Başlangıçta söylendiği gibi ne kadar objektif kalınmış bunu okuyuculara bırakıyoruz...
Tartışmalı konulara girmeyeceğim dediği halde nakil aldığı konuların kendisi bile tartışmalı sahih olmayanlar olması ayrı bir ironidir. ..
Video boyunca kuşkular ihtimal olabilirler üzerinden ya yanlış anladıysa uydurmalar olmuş manen aktarılmış hadis aktarımına karşı temkinli davranılmış üzerinden argüman kurulmaya çalışılmış.
Argüman
Bazı hadisler yanlış anlaşılmış uydurmalar olmuş manen aktarılmıştır. temkinli davrananlar olmuştur. O HALDE HADİSLER DİNDE KAYNAK OLAMAZ
Görüldüğü gibi öncüllerin kendisi kesin olmamakla birlikte kesin olsa bile bütün hadislerin böyle olduğunu sonucuna gidilemez ayrıca buradan hadisin dinde kaynak olmayacağı sonucuda çıkmaz...
Hadis yazım yasağı, hadis nakletme yasağı değildir. Yazım yasağı bazı kişiler için geçerli değildir."
Yasaklanan, yazılıp Kur'ân sayfaları ile beraber Hz. Peygamber'in evinde bırakılmasıdır; yasaklanan, Kur'ân ile aynı sayfaya yazılmasıdır; yasaklama ezber işine sekte vermesin diye bazı şahıslara mahsustur gibi yorumlar bunlar arasındadır.
Ancak uzmanların tercihine göre doğrusu, karışma tehlikesinin bulunduğu zaman genel olarak yasaklanmış, bu tehlike ortadan kalkınca da izin verilmiş olmasından ibarettir. (İbn Kesîr, İhtisâru Ulûmi'l-hadîs, A. Şâkir neşri, Mısır, 1951, s. 132 vd.)
İslâmî kaynakların verdiği bilgiye göre, hadisleri Hz. Peygamber (asm)’den ilk duyup hıfzeden sahâbe neslinin birbir aradan çekildiğini ve yerlerine kendileri gibi sünneti bilen hafızların bırakılmadığını, ayrıca bid‘atlerin de yayılmaya başladığını gören halîfe Ömer b. Abdulaziz (ö.101/719), bütün vâli ve âlimlere mektup göndererek hadislerin yazıya geçirilmesini emretmiştir. Emrin gereğini ilk gerçekleştiren ünlü âlim imam Zührî (ö.124/741) olmuştur (İbn Hacer, Fethu’l-Barî, 1/208).
Burada altı çizilmesi gereken nokta şudur: Zührî’nin gerçekleştirdiği faaliyet -devlet eliyle yaptırılan- resmi tedvîndir. Daha önceleri fertler bazında gayri resmi kitabet/hadisleri yazıyla kaydetme ve tedvin etme işi hep var olagelmiştir. Abdullah b. Amr b. el-‘As'ın (ö.63/682) bin hadisi ihtiva eden "es-Sahifetu’s-Sâdıka"sı ile Hemmâm b. Münebbih’in (ö.101/719) hocası Ebû Hureyre’den aldığı hadisleri içeren yüz otuz sekiz hadislik sahifesi bunlar arasında en meşhur olanlarıdır (bk. Çakan, İsmail Lütfü, Hadis Edebiyatı, s.12).
Peygamber’den bizzat duymadıkları hadisleri birbirlerinden istedikleri, bu arada Muâviye’nin talebi üzerine Mugīre b. Şu‘be’nin ona bazı hadisleri yazıp gönderdiği bilinmektedir (Buhârî, “İʿtiṣâm”, 3; başka yazışma örnekleri için bk. İmtiyâz Ahmed, s. 299-302, 500-540).
Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’den oğlunun, ondan da torununun rivayet ettiği, Müsnedü Büreyd adıyla tanınan kırk hadislik cüz de burada zikredilmelidir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 541, vr. 136a-174b). el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde, Hz. Peygamber devrinde hadislerin yazılmasıyla ilgili olarak “Kitâbetü’l-ilm” adıyla bir bab açan Buhârî’nin (“ʿİlim”, 39), aksi görüşe dair bilgi nakletmemesine bakarak Asr-ı saâdet’te hadislerin yazıldığı kanaatini taşıdığı söylenebilir.
Kaldı ki, Hz. Peygamber (asm) tarafından bizzat yazdırılmış olan bazı vesikalar, mektupların varlığı, yine -yukarıda iki örnek verildiği üzere- onun zamanında bazı sahabilerce yazılmış hadis sahifelerinin bulunduğu bu gün ilmî olarak ispatlanmış ve neşredilmiş bulunmaktadır (bk. M. Hamidullah, el-Vesaiku’s-siyasiye; Çakan, a.g.e).
Bin hadis ihtiva eden "es-Sahifetu’s-Sâdıka" sahibi Abdullah b. Amr b. As’ın anlattığı şu olay hadislerin yazıya geçirilmesine dair verilen izin bakımından manidardır:
“Resulullah’dan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyş beni bundan nehyetti ve ‘Resulullah (a.s.m) kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken, sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?’ dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resulullah’a arzettim. Eliyle ağzına işaret ederek; ‘Yaz, canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz.’ buyurdu.”(Ebu Davud, ilim,3).
Hz. Ebu Hureyre’nin şu ifadeleri de Hz. Peygamber (asm) zamanında hadislerin ezberlenmesi yanında yazıldığını da göstermektedir:
“Resulullah’ın ashabı içinde Abdullah b. Amr hariç, benden daha fazla hadis rivayet eden kimse yoktur, Abdullah yazar, ben yazmazdım.”(Buharî, ilim, 39).
Başlangıçta -hadisin yazılması ile ilgili- görülen bazı tereddütler neticede ortadan kalkmış ve hadislerin yazıya geçirilmesinin cevazına fikir birliği sağlanmıştır(İbn Salah, Ulumu’l-Hadis, s.161).
"Sahabeler ticaret yolculukları sırasında duymayanlar olabilir. lakin daha sonra duyanlar duymayanlara aktarılmıştır.. Aynı durum, Kur'an için de geçerlidir. Bu gibi durumlardan şüphe uyandırıp muhtemelen birçok hadis bilmiyorlardı' sözü doğru değildir."
Sahabe zamanında uydurmalar olduğu sahih kaynaklarda geçmemektedir.
"Videoda aktarılan bir takım olayları olmuş olsa bile bunları da rivayet olarak biliyoruz. Ayrıca, bu tür uydurmaların tespit edildiğini de bu tür tarihi verilerden görmekteyiz...
"Düzeltilmemiş olanlar olabilir, bilmemiş olabilirler, bu tür kuşkular üzerinde itiraz yapılmaz." Sahabe sorunlu gördüğü halde sormayacak öyle mi? Peygamberin yakın sahabeleri adildir. Peygamber adil olmasalar onlar ile arkadaşlık kurmazdı hadislerin büyük kısmı zaten yakın sahabeden geliyor bunun dışında peygamberi bir veya bir kaç defa görenlerden alınan rivayetlere her zaman temkinli yaklaşılmış bizzat peygambere sorarak peygamber hayata değil ise yakın sahabeye sorarak bilgi tasdik edilmiştir.
Bir sözde problem gördükleri zaman Kuran'a, Peygamberin genel sözlerine ve sünnetine bakılıyordu. Uygun olmadığı zaman, o söz alınmıyordu peygamber sarahaten kuran ve kendi sürekli yaptığı uygulama ve devamlı olarak söylemleri ile çelişmez ilkesi gereği buna mutlaka bakılıyordu ve bu söylendiği gibi nadir değil genel bir ilkedir.. Hz. Aişe buna en büyük örnektir."
"Bırakın hadis uydurmayı, uydurma kıratlar var. Hatta ayet uydurmaları bile olmuştur."
Mevzû Kıraatler. Hiçbir aslı olmadığı halde uydurma bir senedle birilerine nisbet edilerek nakledilen kıraatler vardır ki bunların en meşhur örneklerini Ebü’l-Fazl Muhammed b. Ca‘fer el-Huzâî’nin (ö. 408/1017) Ebû Hanîfe’ye nisbet ederek bir araya getirdiği kıraatler oluşturur. Ebü’l-Kāsım el-Hüzelî ve başkalarının da rivayet ettiği bu kıraatler içinde yer alan en bâriz örnek, “Kulları içinde ancak âlimler Allah’tan -gereğince- korkar” (Fâtır 35/28) meâlindeki âyette yer alan الله lafzının fâil yapılarak merfû okunması ve Allah’ın âlimlerden korktuğunun ifade edilmesidir (İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 16; Ġāyetü’n-Nihâye, II, 110).
Komik olan mana ile nakil ile mana bozulmuş olacağı düşünmesidir..
Manayı bozmayacak şekilde başka kelimelerle nakline ise mânen rivâyet denilmektedir.
Kıraat farklılığı için mana korunmuş bu yüzden sorun yoktur diyen biri hadislerde sorun yapmak tamamen tutarsızlıktır.
Hz. Peygamber (s.a.s), hadislerinin sahabîler tarafından ezberlenip, zihinlerde korunmasına emir ve işâret buyurmuş ve "Ben size bir hadis söylediğim zaman onu ezberleyip muhafaza ediniz." demişti (Zehebî, Siyerır A'lâmi'n-Nubelâ", Mısır 1957. I, s. 96). Abdullah b. Mes'ud'un rivâyet ettiğine göre, Rasul-i Ekrem (s.a.s), hadislerini işitip de olduğu gibi başkalarına tebliğ edenlerin Allah yüzlerini ağartması için dua etmiştir. (Ebu Davud, İlim, 10; Tirmizî, İlim, 7).
Sahâbe hadîs lafızlarının Hz. Peygamber (s.a.s)'den duyulduğu şekilde rivâyet ve tebliğine itinâ göstermiş ve hadisleri değişik lafızlarla ifade edenlere karşı şiddetli itirazlarda bulunmuştur. Sahâbeden Abdullah b. Ömer (r.a) bilhassa sahâbe arasında hadisleri Hz. Peygamber'den işitilen lafızlarla zabtedip rivâyet etme konusunda oldukça dikkati çekmiştir. O, Rasûlüllah (s.a.s)'dan bir hadisi işittiği veya onunla ilgili bir olaya şâhid olduğu zaman, ondan ne bir şey eksiltir, ne de ona bir şey eklerdi. (Müsned, VII, 297-298).
Ashab-ı kiram, hadislerin lafzı lafzına rivâyeti konusunda kendileri titiz davrandıkları gibi, birbirlerine de bunu tavsiye ederler, gerektiğinde birbirlerinin hatalarını düzeltirlerdi.
Hadislerin rivâyet keyfiyeti konusunda iki tür rivâyet şekli bulunmaktadır. Biri, hadislerin kelimesi kelimesine (lafzen) rivayeti; diğeri de mana ile rivâyetidir. Hadislerin lafzen rivâyeti esas ise de; gerek sahabe ve gerekse daha sonraki hadis ravilerinin bir çoğu, hadisleri mana ile rivayet etmişlerdir.
Hasan el-Basrî'ye; "Dün rivâyet ettiğin hadisin lafızlarını bu gün değiştiriyorsun." diye itiraz edilince, "Manada isabet etmişsem bunda bir beis yoktur." cevabını vermiştir (Hatib el-Bağdadî, el-Kifaye fi İlmi'r-Rivâye, Medine t.y., s. 207).
Hadis kaynaklarında, anlatılan olayın aynı olmasına rağmen, bir kıssanın değişik lafızlarla ve bir çok hadisin de kelimesi kelimesine rivâyet edilmiş olduğunu görmekteyiz. Dikkat edilirse, lafzen rivâyet edilen hadislerin çoğu zaman kısa metinli; manen rivâyet edilen hadisler de genellikle uzun metinli hadisler olduğu görülür
.
Değişik lafızlarla (manen) rivâyet, hadisin bir kaç lafzında ve çoğu kere müterâdif lafızlarda meydana gelmekte; hadisin tüm lafızlarında vuku bulmamaktadır. Bütün bunlar ciddi araştırmalar neticesi sabit olmuş gerçeklerdir. Hadislerin mana ile rivayet edilmesine ayrıca Rasûlüllah (s.a.s) ruhsat vermişlerdir:
"Haramı helal, helali haram kılmadıkça, manada isabet ettiğiniz takdirde, mana ile rivâyet etmenizde bir sakınca yoktur." (Hatîb el-Bağdadî, el-Kifâye fi İlmi'r-Rivâye, Medine t.y., s. 199-200).
Nitekim hadislerin manâ ile rivâyet edilmesi de İslâm'a hiç bir zarar getirmemiştir. Bunun aksini iddia etmek, ilmî hakikatlerle bağdaşmaz. (bk. Şamil İslam Ansiklopedisi, Rivayet md.)
"Arkadaşımız, mana ile rivayetin ne olduğunu sanırım bilmiyor, çünkü çok defa 'mana ile rivayet oldu' diyor. Mana ile rivayet, hadislerin güvensiz olması anlamına gelmez."
Mâna ile Rivayet. Mâna ile rivayet başlıca üç şekilde olur. 1. Lafzı eş anlamlısıyla değiştirerek rivayet etmek. “Kaade” (oturdu) yerine “celese”, “alime” (bildi) yerine “arefe” kelimelerini koymak suretiyle rivayet gibi. Bunun câiz olduğu konusunda ihtilâf yoktur. 2. Hadisteki bir lafız yerine aynı mânayı karşıladığı zannedilen, ancak tam olarak aynı mânaya gelmeyen bir kelime getirerek rivayet etmek. Bu durumda mâna bozulacağından böyle bir rivayet câiz değildir. 3. Hadisin mânasını iyice kavradığına inanan râvinin metinde geçen bazı sözlerin yerine eş anlamlılarını değil aynı mânayı verebilecek farklı lafızlar ve ifadeler kullanarak rivayet etmesi. Bu şekildeki rivayet âlimler arasında tartışmalı olup sahâbeden Huzeyfe b. Yemân, Ali b. Ebû Tâlib, Ebû Hüreyre, Hz. Âişe, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah b. Abbas, Vâsile b. Eska‘ ve Enes b. Mâlik; tâbiîn neslinin büyüklerinden Nehaî, Şa‘bî, Mücâhid b. Cebr, İkrime el-Berberî, Hasan-ı Basrî, Zührî ve Amr b. Dînâr; sonrakilerden Vekî‘ b. Cerrâh, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Süfyân b. Uyeyne, Ebû Zür‘a er-Râzî ve daha birçok âlim bu tür rivayeti câiz görmüştür. Vâsile b. Eska‘, ashabın aynı hadisi Hz. Peygamber’den farklı lafızlarla bazan birkaç defa duyduğunu, bu tür hadislerin mâna ile rivayet edilebileceğini söylemiştir (a.g.e., s. 213). Hasan-ı Basrî, “Anlamı doğru olduktan sonra mâna ile rivayette bir sakınca yoktur” demiş (İbn Abdülber en-Nemerî, I, 96), Yahyâ b. Saîd el-Kattân da, “Dünyada Allah’ın kitabından daha değerli bir şey yokken onda bile yedi vecihle okumaya müsaade edilmiştir, işi zorlaştırmayınız” diyerek mâna ile rivayeti savunmuştur (Cemâleddin el-Kāsımî, s. 230).
Mâna ile rivayetin câiz olduğunu söyleyen âlimler nakle dayanan yukarıdaki görüşlerini ayrıca şu aklî delillerle teyit etmişlerdir: 1. Abdullah b. Mes‘ûd ile diğer bazı sahâbîlerin, Hz. Peygamber’in bir hadisini naklettikten sonra “kezâ” (bu şekilde), “ev nahvehû” (yahut buna benzer şekilde), “ev karîben minhü” (yahut buna yakın lafızla) gibi ifadeler kullanmaları hadisin sözlerini hatırlayamadıklarını ve mâna ile rivayet ettiklerini gösterir. Yine birçok sahâbînin, “Resûl-i Ekrem bize şunu emretti, şunu yasakladı” şeklindeki sözleri onun söylediklerinin tekrarı değil mâna ile rivayetidir. 2. Aynı mecliste oturup Hz. Peygamber’den duydukları bir kıssayı değişik sözlerle rivayet eden sahâbîlerin birbirini uyarmaması hadisleri mâna ile rivayette bir sakınca görmediklerini gösterir. 3. Sahâbîlerin Resûlullah’la birlikte bulunduklarında ondan işittiklerini hemen yazmadıkları ve ezberlemek için tekrar etmedikleri bilinmektedir. Bu ise onların öğrendikleri hadisleri aradan yıllar geçtikten sonra rivayet ederken çok defa Hz. Peygamber’den duydukları lafızları değil bunların mânasını aktardıklarını göstermektedir. 4. Bir sözde asıl olan mânadır. Söz mânayı bildiren bir vasıtadan ibaret olduğuna göre asıl mânayı veren bir söz yerine aynı mânaya gelen başka bir sözün konulması sakıncalı olmamalıdır. 5. Şayet hadislerin lafzan rivayet edilmesi gerekli olsaydı Hz. Peygamber Kur’an’ı yazdırır gibi onları da yazdırırdı. 6. Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn dönemlerinde Arap asıllı olmadıkları için Arap dilinin ifade özelliklerini tam anlamıyla bilemeyen birçok hadis âlimi yetişmiştir. Bunların rivayet ettikleri hadislerde pek çok i‘rab hatası ve şîve farklılığından kaynaklanan yanlışlar bulunduğu halde rivayetleri -aralarında hadislerin mâna ile rivayet edilmesini câiz görmeyenlerin de bulunduğu- birçok muhaddis tarafından kabul görmüştür. İslam ansiklopedisi rivayet.
"Kardeşimiz, düzeltilmiş birkaç durumu aktarıyor ve bunların pek çok durum olduğunu söylüyor. Oysa bu durumlar, iki elin sayısını geçmeyen olaylardır. Aşırı genelleme safsatasına düşüyor.
"Temellendirmek için kullandığı bilgilerin çoğunun sahih nakiller olmaması oldukça ilgi çekicidir."
Buna örnek verelim.
“Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” (Zehebi, Tezkiretu'l- Huffaz 1/3)
Evvela, bu rivayet İbn Ebî Müleyke’nin yaptığı mürsel bir rivayet (Zehebi, Tezkiretu’l-huffaz,1/2-3) olduğu {yani Hz. Ebu Bekir (ra)’den doğrudan rivayet eden kişi belli olmadığı} için zayıftır.
İkinci olarak, şayet gerçekten böyle bir şey söylemiş olsa bile, Hz. Ebu Bekir (ra)’in bundan maksadı hadis rivayetlerini sağlam bir şekilde araştırıp tespit etmeyi teşvik etmektir. Yoksa, haricilerin dediği gibi, “Kur’an bize yeter, sünnete ihtiyaç yok.” deyip hadis rivayet yolunu kapatma değildir. Nitekim kendisi, miras konusunda nene(nine)nin payını Kur’an’da bulmayınca, Sünnette / Hz. Peygamber (a.s.m)’in hadislerinde olup olmadığını sormuş, sika bir kişi bu konuda bir hadis rivayet edince, onunla yetinmemiş, diğer sika bir kimsenin de aynı rivayeti aktarınca o hadise göre hükmetmiş ve “Allah’ın kitabı bize yeter.” dememiştir.(bk, a.g.e.; İbni Hacer, Nüket 1/243).
Az da olsa Hz. Ebu Bekir (ra)’den rivayet edilen hadisler de vardır. Nitekim, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Zeyd b. Sabit, Hz. Aişe, İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Zübeyr, Enes, Cabir, Said b. Cübeyr ve daha bir çok sahabî ve tabiinden olan kimseler, Hz. Ebubekir’den hadis rivayet etmişlerdir.(bk. İbn Hacer, Tehzib, 5/317).
Hz Ömer ve Hz Ebubekir endişesinin temel sebeplerini şöyle özetlemek mümkündür:
-Hadislerin Kur’an ile karıştırılma tehlikesini ortadan kaldırmak, - Kur’ân-ı Kerîm’in ihmâl edilmesine mani olmak,- Uydurma rivayetlerin ortaya çıkmasını engellemek,- Müjdeli haberler sebebiyle insanların gevşemelerine neden olmamak,- Hz. Peygamber (asm) adına yalan isnad edilmesine izin vermemek, için alınan bazı tedbirler...
"Bunlar, hadis naklinin daha sağlam olmasını sağlamıştır temkinli olmaları hadis nakline karşı olmak gibi anlaşılmış olsaydı hem hadis öğrenimine yönelik teşvikler olmazdı, hem de kendileri hiçbir şekilde hadis aktarmazlardı."
"Kardeşimizden beklediğimiz, ortaya bir argüman koyacaksa sağlam argümanlar üzerinden yapmasıdır."
Ömer sadece Ebû Hüreyre’nin değil bütün sahâbîlerin ahkâmla ilgili olmayan hadisleri rivayet etmesine karşı çıkmış (Abdürrezzâk es-San‘ânî, XI, 262), böylece Kur’an’ın ihmal edilmesine, ruhsatla ilgili rivayetlerin tembelliğe yol açmasına, anlaşılması güç bazı hadislerin zihinleri karıştırmasına mani olmak istemiştir. Hz. Ömer’in daha sonra Ebû Hüreyre’yi hadis rivayetinde tamamen serbest bırakması (İbn Kesîr, VIII, 106-107),
Hz. Ömer’e Resûlullah devrinde mescidde şiir okuduğunu söyleyip Ebû Hüreyre de bunu doğrulayınca Halife Ömer Ebû Hüreyre’nin şahitliğine itiraz etmemiştir (Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 151-152). Yine Hz. Ömer, cildine dövme yaptıran kadın hakkında sahâbîlerin bilgisine başvurduğu zaman Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği hadisi dinleyip kabul etmiştir (Buhârî, “Libâs”, 87). Cehmiyye ve Mürcie taraftarı Bişr b. Gıyâs’ın Ebû Hüreyre aleyhindeki iddialarını reddeden Ebû Osman ed-Dârimî’nin söylediği gibi Halife Ömer’in Ebû Hüreyre’yi yönetici tayin etmesi, sonra da valilikte kalmasını ondan ısrarla istemesi kendisine güvendiğini göstermektedir (er-Red ʿale’l-Merîsî, s. 132-135).
Hz. Ömer hüküm verirken önce Kur’an’a, ardından sünnete, sonra da re’ye başvurmuştur. Haber-i vâhid şeklinde rivayet edilmiş olsa da sünnete aykırı olduğunu sonradan öğrendiği konularda kendi görüşünü terkederek sünnetle amel etmiştir. Hadisin sağlamlığının tesbitine özel itina göstermiş, bunu temin için değişik tedbirlere başvurmuştur. Bu bağlamda bazan râviden, rivayet ettiği hadisi Hz. Peygamber’den duyduğuna dair şahit getirmesini istemiş (meselâ bk. el-Muvaṭṭaʾ, “İstiʾẕân”, 1),
İbn Abbas'ın, Peygamber'den bizzat rivayeti olmaması, bu hadislere karşı olduğunu anlamına mı geliyor?
İbn Abbas, Hz. Peygamber’in vefatında on üç yaşında bir gençti. Çok hadis rivayet eden sahâbîlerden (müksirûn) biri olarak naklettiği 1660 hadisin bir kısmını bizzat Peygamber’den duymuş, çoğunu ise Hz. Ömer, Ali, Muâz, babası Abbas, Abdurrahman b. Avf, Ebû Süfyân, Ebû Zer, Übey b. Kâ‘b, Zeyd b. Sâbit ve diğer sahâbîlerden öğrenmiştir. Muteber hadis âlimleri onun rivayet ettiği hadislere önem vermişlerdir. 75 hadisini Buhârî ve Müslim müştereken, 120 hadisini yalnız Buhârî, 9 hadisini de yalnızca Müslim tahrîc etmiştir. Ayrıca hadislerinin büyük bir bölümü Müsned’de (I, 214-374, V, 116-122) yer almıştır. Kendisinden de 197 kişi hadis nakletmiştir. Çok hadis rivayet etmiş olmanın yanında hadis öğretimine de önem vermiştir. “Din ilmini ancak şahitliğini kabul ettiğiniz kişilerden öğreniniz” demiş, bazı tâbiîler hakkında cerh anlamı taşıyan değerlendirmeler yapmıştır (bk. Tecrid Tercemesi, I, 52, dipnot 1). Ayrıca hadis öğretiminde “arz” veya “kıraat” denilen metodun geçerli olduğunu belirtmiş, kendisinden ders almak için gelen Tâifliler’e bir müddet hadis okuduktan sonra -yaşlılık ve yorgunluk sebebiyle- hadis metinlerini birbirine karıştırmaya başlayınca şöyle demiştir: “Ben artık yoruldum. Siz okuyun da ben dinleyeyim. Sizin okuduğunuzu benim dinleyip tasvip etmem, tıpkı benim okumam gibidir” (Tirmizî, Kitâbü’l-ʿİlel, V, 751-752).
Sahabe büyük çoğunluğu hadis aktarmamıştır sözü yanlıştır.....
Bazı sahâbîlerin çok sayıda hadis rivayet etmesinin en önemli sebebi hadis rivayetine duydukları özel ilgidir. Bunların başında 5374 rivayetiyle Ebû Hüreyre gelir. Ebû Hüreyre hadise olan ilgisini anlatırken şunları söylemektedir: “Muhacirler çarşıda ticaretle, ensar bağ ve bahçelerinde ziraatla uğraşırken ben karın tokluğuna Resûlullah’a hizmet eder, hadislerini toplar, böylece başkalarının bilmediği şeyleri öğrenirdim” (Buhârî, “ʿİlim”, 42; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 159-160).
Müksirûn grubuna giren sahâbîlerin altı, yedi veya dokuz kişi olduğu söylenmiştir. Altı kişi esas alındığında müksirûn 1500 ve üzeri, yedi kişi esas alındığında 1000 ve üzeri, dokuz kişi esas alındığında 700 ve üzeri rivayeti bulunan sahâbîleri kapsar. Ahmed b. Hanbel’e göre müksirûn Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik, Hz. Âişe, Abdullah b. Abbas ve Câbir b. Abdullah’tan ibarettir. Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr bunlara Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah b. Amr b. Âs ve Abdullah b. Mes‘ûd’u ilâve eder. Süyûtî müksirûnu 1000 ve daha fazla hadis rivayet eden yedi sahâbî olarak tanımlar ve Ahmed b. Hanbel’in adlarını zikrettiği altı sahâbîye Ebû Saîd el-Hudrî’yi ekler. Onun bu tarifi daha sonraları benimsenmiştir. 1000’den az hadis rivayet eden sahâbîler de mukıllûn olarak kabul edilmiştir.
Ashabın büyük çoğunluğu ile ilk dört halife hadis rivayeti açısından mukıllûn arasında yer almaktadır. Hz. Peygamber’le uzun süre birlikte olmalarına rağmen bazı sahâbîlerin az hadis rivayet etmesinin başlıca sebebi devlet işleriyle ve savaşlarla meşgul olmaları ve erken vefat etmeleridir. Meselâ Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra çeşitli fırkaların ortaya çıkması, buna bağlı olarak uydurma rivayetlerin çoğalıp yayılması Hz. Ali gibi bazı sahâbîlerin az hadis rivayet etmesine yol açmıştır. Hayatı boyunca Resûl-i Ekrem’den hemen hiç ayrılmayan Hz. Ebû Bekir’in az hadis nakletmesinin sebeplerinden biri hadislerin öğrenimine ağırlık verilmeden önceki dönemde vefat etmesidir. Hz. Peygamber ile uzun süre beraber olan bazı sahâbîlerin az hadis rivayet etmesinin bir başka sebebi de Resûl-i Ekrem’in kendisi adına yalan uyduranları ciddi şekilde uyarmasıdır (Buhârî, “ʿİlim”, 38; Müslim, “Zühd”, 72). Ayrıca onların bir kısmının ailesinin geçimiyle meşgul olması, ilim merkezlerinden uzakta yaşaması da bu sebepler arasında zikredilebilir.
Bir takım kesinliği olmayan nakilleri esas alıp aşırı geneleme safsatası yapmak yakışır bir davranış değildir.
Peygamber’in sözü ya da davranışının ve tasviplerinin anlatımından oluşan lafızlar yahut diğer şahısların ifadeleri” demektir. İslâm âlimleri, sünnet ve hadis metinlerinin sıhhatini araştırmakla ilgili temel prensipleri Kur’an’dan almışlardır (el-En‘âm 6/152; el-Hac 22/30; el-Ahzâb 33/70-71; el-Hucurât 49/6). Resûl-i Ekrem’in, “Kim bilerek benim ağzımdan yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın” meâlindeki hadisi (Dârimî, “Muḳaddime”, 25, 46; Buhârî, “ʿİlim”, 38, “Cenâʾiz”, 33, “Enbiyâʾ”, 50, “Edeb”, 109; Müslim, “Zühd”, 72; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 4; Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 4; Tirmizî, “Fiten”, 70, “ʿİlim”, 8, 13, “Tefsîr”, 1, “Menâḳıb”, 19), başta sahâbîler olmak üzere sorumluluk bilincine sahip her müslüman için hadis rivayetinde rehber olmuş, ayrıca Resûlullah, kendi sözlerinin aynen işitildiği gibi korunmasını ve başkalarına ulaştırılmasını, sözlerini duyup dinleyenlerin duymayanlara aynı dikkat ve özenle iletmesini istemiştir (Müsned, I, 437; III, 225; IV, 80, 82; V, 183; Dârimî, “Muḳaddime”, 24; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 18; Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 10; Tirmizî, “ʿİlim”, 7; “Menâsik”, 76). Bu sebeple hadis metinlerini en iyi şekilde korumak için bilhassa ilk nesiller bugün herkesi şaşırtan bir özen ve çaba göstermişlerdir
684-705 yılları arasında Emevîler’in Mısır valisi olan Abdülazîz b. Mervân’ın bir mektubu, erken devirlerden itibaren hadisleri kötü niyetli kişilerden korumak amacıyla devlet adamlarının bile gayri resmî olarak hadis tedvîniyle ilgilendiklerini göstermektedir. Abdülazîz b. Mervân, Bedir Gazvesi’ne katılan yetmiş sahâbî ile görüştüğü söylenen muhaddis Kesîr b. Mürre el-Hadramî’ye yazdığı bu mektupta, Ebû Hüreyre’nin rivayetlerine sahip olduğunu belirttikten sonra ondan diğer sahâbîlerden duyduğu hadisleri yazıp kendisine göndermesini istemektedir. Bu mektubun sonucu bilinmemekle beraber Halife Ömer b. Abdülazîz, ileri gelen âlimlerin hadisleri yazma işine artık karşı çıkmayacağını anlayınca hem samimiyetsiz kişilerin hadislere zarar vermesini önlemek, hem de o güne kadar bir araya getirilmemiş olan sahih hadisleri kaybolmaktan kurtarmak için tedvîn işini resmen başlatmaya karar vermiştir. Halife valilere, Medine halkına, tanınmış âlimlere ve bu arada Medine valisi ve kadısı Ebû Bekir b. Hazm’a gönderdiği yazıda âlimlerin ölüp gitmesiyle hadisin yok olmasından endişe duyduğunu, bu sebeple Hz. Peygamber’in hadislerinin ve sünnetlerinin araştırılıp yazılmasını istediğini ifade etmiştir (Dârimî, “Muḳaddime”, 43; Buhârî, “ʿİlim”, 34; Hatîb, Taḳyîdü’l-ʿilm, s. 106). Ashabın fetvalarını sünnet olduğu düşüncesiyle yazan, hatta duyduğu her rivayeti kaydettiği çok sayıda kitaba sahip bulunan İbn Şihâb ez-Zührî (ö. 124/742), ulaşabildiği hadisleri derleyerek halifeye göndermek suretiyle onun emirlerini ilk uygulayan muhaddis olmuştur. Ömer b. Abdülazîz de toplanan bu hadisleri çoğaltarak çeşitli bölgelere göndermiştir (İbn Abdülber, I, 331). Sahâbe tarafından kaleme alınan sahîfeler bir yana, bir tesbite göre I. (VII.) yüzyılın ikinci yarısı ile II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısında 400 kadar muhaddis tarafından hadislerin yazıldığı artık belgeleriyle bilinmektedir (M. Mustafa el-A‘zamî, İlk Devir Hadis Edebiyatı, s. 58-161; İmtiyâz Ahmed, s. 416-590)
Hz. Peygamber’in emirleri doğrultusunda hareket ederek Kur’ân-ı Kerîm’i yazmakla meşgul olmuştu. Öte yandan kendi sözlerinin ilâhî kitapla karışması ihtimalini veya hadisleri yazmakla uğraşırken Kur’an’ın ihmal edilebileceğini göz önünde bulunduran Resûl-i Ekrem hadislerin sadece şifahî olarak rivayet edilmesine izin vermiştir (Müslim, “Zühd”, 72). Esasen sahâbîler, Allah ile devamlı surette irtibatta bulunduğunu bildikleri Peygamber’e samimiyetle inanıp bağlandıkları için onun her buyruğunu ve hareketini büyük bir dikkatle takip ederek hâfızalarına nakşediyorlardı. Yazılı kaynaklara önem veren çağdaş zihniyetin aksine o günün insanları fevkalâde bir hâfıza gücüne sahipti (Seyyid Hüseyin Nasr, s. 89). Sade ve tabii yaşayışları sebebiyle zihinleri berrak olan bu insanların içinde, işittikleri uzun bir şiiri veya hitabeyi hemen ezberleyebilecek kadar güçlü hâfızaya sahip bulunanlar vardı. Hz. Peygamber’in bazı önemli sözlerini üçer defa tekrarlaması (Buhârî, “ʿİlim”, 30) ve kelimeleri “sayılacak derecede” yavaş telaffuz etmesi (Buhârî, “Menâḳıb”, 23) sebebiyle dinleyiciler söylediklerini kolayca öğrenebiliyorlardı. Ziraat ve ticaret gibi işlerle meşgul olduklarından Resûl-i Ekrem’in yanında bulunamayan sahâbîler ilk fırsatta onun söylediği sözleri öğrenmeye çalışırlardı. Resûlullah’ın meclislerine nöbetleşe katılan ve emirlerini dinleyip bellemeye gayret eden sahâbîler de (Buhârî, “ʿİlim”, 27) duyup öğrendikleri hadisleri kendi aralarında müzakere ediyorlardı (Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmiʿ, I, 236-239). Ashabın son derece önem verdiği bu müzakere geleneği daha sonra da devam ettirilmiştir (Dârimî, “Muḳaddime”, 51). Hz. Peygamber’in, sahâbîlere kendi sözlerini dinleyip öğrenmelerini emretmesi ve öğrendiklerini başkalarına tebliğ edenlere hayır duada bulunması (Buhârî, “ʿİlim”, 9, “Ḥac”, 132; Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 10; Tirmizî, “ʿİlim”, 7), onların hadisleri bir ibadet vecdiyle öğrenip başkalarına nakletmelerini sağlamıştır. Ayrıca Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde oturan ve sayıları genellikle yetmiş civarında olan (Buhârî, “Ṣalât”, 58) ehl-i Suffe de Resûlullah’tan hadis tahsil etmişlerdir. Bazı hadislerin değişik sayıda sahâbî tarafından rivayet edilmesi, Hz. Peygamber’in onu söylediği veya huzurunda bir olay meydana geldiği sırada yanında bulunanların sayısıyla ilgilidir. Sahâbîlerin Resûl-i Ekrem’den bizzat duymadıkları hadisleri öğrenme gayretleri onun vefatından sonra da devam etmiştir. Câbir b. Abdullah’ın, Abdullah b. Üneys’in bildiği bir hadisi ondan öğrenmek için Medine’den Şam’a yolculuk yaptığı (Buhârî, “ʿİlim”, 19), Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin, Resûl-i Ekrem’den duyduğu bir hadisi Mısır’da bulunan Ukbe b. Âmir el-Cühenî ile görüşerek kontrol etmek maksadıyla Medine’den oraya kadar gittiği (Müsned, IV, 159) bilinmektedir.
Hadislerin Kur’anla karşılaştırılması fikri, Hz. Peygamber’in ve sahâbenin ileri gelenlerinin bu yöndeki uygulamalarına dayanmaktadır. Rivayet edildiğine göre İbn Abbâs bir gün Hz. Âişe’ye gelmiş ve Hz. Ömer’den naklen Hz. Peygamber’in, “Allah, geride kalan yakınlarının arkasından ağlaması nedeniyle mümine azap eder.” buyurduğunu söylemişti. Bunun üzerine Hz. Âişe, “الْقُرْآنُ حَسْبُكُمُ ” “Size Kur’an yeter.” diyerek bu konuda Kur’an’daki bilgileri de göz önünde bulundurmalarını tavsiye etmiş, ardından suçun şahsiliği ilkesine atıfta bulunan, “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.” mealindeki âyeti okuyarak ilgili hadisin eksik ve yanlış olarak nakledildiğini belirtmiştir.
Sahabe döneminde uydurma hadislerin olduğuna dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır; ancak, olmuş olsa bile bunlar tespit edilmiştir.
Ya tespit olmadıysa diye kuşku ile bir yere varılmaz
‘Men Kezebe ‘Aleyye. hadisini veriyor farklı lafızlar ile gelmiş mana korunmuş manada bir değişme olmamıştır..
Hadisin ““MEN KEZEBE ALEYYE kısmı lafzi olarak gelmiştir devamı ise mana muhafaza edilerek aktarılmıştır.
Birçok nakledilen bilginin doğruluğu, güvenilir kaynaklarda geçmemektedir.
Müslim'de böyle bir bilgi geçmemektedir
Men Kezebe ‘Aleyye hadisin altına böyle mevzuat kitabı koyulmaz videoda bunu sebebi vurud delili olarak verdiği gözükmektedir. oysa kendisinin söyleme sebebi üzerine aktardığı bilgiler sahih kaynaklarda geçmemektedir.
Peygamber sünneti ve sürekli söylemleri korunmuş bir elin sayısı geçmeyen bazı uydurmalar olmuş olsa bile bunlar tespit edilmiş ''uzun'' hadisler mana korunarak aktarılmıştır. azda olsa yazılanlarda olmuştur. 50 kusur sahabe yazmıştır.
Peygamber hayata değil Sahabeler rahatlıkla teyit edebiliyor kuran ve sünneti çok fazla yayılmaya başlamıştır. ahad haberler manen korunarak aktarılmıştır bazı bir takım uydurmalar olmuş tespit edilmiştir. yazım zamanla artmaya başlamış daha sonra devlet kontrolü altında yazdırılmıştır.
Hadislerin ilk şahitleri hala yaşıyor sahabe öğrencileri tabiiler sıkı bir öğretmen öğrenci şeklinde ilim meclisinde hadisleri öğreniyor asıl olan ezber olsa bile yazımda izlenmektedir. mana muhafaza ediliyor talebelerde büyük bir artış var uydurma hadisler biliniyor ehli olmayandan rivayet alınmıyor.
Sonraki nesil gene tabin öğrencisi oluyor hocalarından hadisleri alıp eğitimini alınıyor hadisler toplanılırken isnat zinciri soruluyor bağdat aldığı hadisi başka bir yerde aynen duyuyor nasıl olurda farklı bölgelerde kişiler aynı şekilde hadis uydurabiliyor. senet uydurma girişimleri boşa çıkıyor tespit ediliyor. Hadis alımı için cerh tadil ediliyor isnat korunuyor ehli olandan hadis alınıyor tüm süreçte metin kuran bütünü sünnet bütünü tarihi gerçekler akli sabiteler metin iç tutarlık peygamberin kendine özgü üslubu ölçü oluyor. metin uydurması bile bu şekilde tespit edilebiliyor...
Sahabe bizzat peygamberi görüyor sonraki nesil sahabe bizzat öğrencisi oluyor ondan sonrası da öğrencilerin öğrencisi arada Duvar varmış gibi aktarılmış lakin bu kesintisiz bizzat görerek uygulamalı ilmi mecliste tekrar ederek devam ediyor hata uzun yaşayan sahabeyi gören sahabe öğrencilerinin de öğrencileri Etbau't Tabiîn var ..
"Hadisler içinde uydurma olduğuna yönelik yapılan nakillere nasıl güveniliyor?
Eğer hadisler uydurulmuşsa, uydurma olduğuna yönelik nakilde uydurma olmuş oluyor.
Şayet bazı uydurmalar varsa, o halde hadislerin hepsine güvenemeyiz diyemezsin."
Görüşünü temellendirmek için getirilen nakillerin sahih kaynaklarda geçmediğine defalarca şahit olunmuştur.
Hadis ilinde isnat ve metine çok önem verilmiştir. Rivayet uyduranlar tespit edilmiştir."
Mustafa Hocam Allah razı olsun gayet ilmi bir yazı olmuş.Hubeyb'in çektiği videoda haklı olduğu ve geçmiş alimlerin de söylediği bazı bilgiler var.Ama Hubeyb'e katılmadığım ve usul açışından eleştirdiğimiz yerler de var ki onları yazdığınız yazıda belirtmişsiniz.Tabi ki de bazı konularda ayrı düşünebiliriz ama birbirimizi tenkit ederken yazdığınız yazıdaki gibi ilmi ve edebi olarak tenkit etmeliyiz.