top of page
Yazarın fotoğrafıHubeyb Öndeş

6- Enam suresi (hubeyb Öndeş meali)

Güncelleme tarihi: 20 Nis 2021

1- Övgü, bütünüyle, gökleri ve yeri (evreni) yaratan; karanlıkları ve aydınlığı¹ yapan Allah'adır. Sonra da gerçeği örtmüş olanlar RAB'lerine adil/denk² tutuyorlar.

¹: burada "karanlıklar" kelimesi çoğul gelirken, "aydınlık" kelimesinin tekil gelme nedenini bunların mecaz olarak "hak (gerçek)" ve "batılı (yalanı)" kasıt etmesinden kaynaklı olabilir. (Fahreddin Razi)

²: "ortak yapıyorlar" manasında (Mücahid) veya "onun kullarını ona denk, onunla eşit seviyede Tanrılar yapıyorlar" manasında (Duru-l mensur) veya "onun sıfatlarını, onun dışındaki şeylere atıf ediyorlar" (müfredat : عدل) manasındadır.

2- O, sizi çamurdan¹ [çamurun bir kısmı ile] yaratandır. Sonra bir süre sonu belirledi. İsimlendirilmiş [belirlenmiş] bir süre sonu, kendisinin katındadır. Sonra da siz şüpheli tartışmaya giriyorsunuz.

¹: buradaki (من) harfi, çamurun tamamı ile değil, bir kısmıyla yaratıldığını gösteriyor. Bilimsel olarak da böyledir. Çamur (طين), su ve toprağın karışımıdır. Çamurda bulunan elementlerin bir bölümü insanda mevcuttur. Örneğin insanın %60'ı sudur çamur zaten sudan meydana gelir. %3'ü azottur, Azot toprakta da mevcuttur. Haricen, oksijen, fosfor, hidrojen, kalsiyum da insan ve toprakta ortak olarak mevcuttur. (TÜBİTAK: elementlerin doğadaki dönüşümü, kimyaca. Com: insan vücudundaki elementler, gencziraat. Com: toprak kimyası)

Ayette "sizi (insanları) çamurdan [bir kısmı ile] yaratan" ifadesini, gelenekte genellikle "atanız ademi çamurdan yarattı" şeklinde yorumlanır (kurtubi ilgili ayet) ancak olayı bilimsel açıdan yorumlayacak olursak bu şekilde bir tevil (yorum) yapmaya gerek yoktur.

 İnsan, bir kadının ve bir erkeğin bir araya gelmesi sonucu oluşur. Bu esnada her iki taraftan gelen su vücutta üretilir. Vücut bunları aldığı gıdalar sayesinde üretir. Bu gıdalar da ya hayvansal, ya da bitkisel kaynaklıdır. Hayvansal gıdalar da dolaylı olarak yine bitkilerden besin alır. Bitkiler de Besni topraktan ve sudan aldığı için onların da kaynağı yine topraktır. Yediğimiz her şeyin kaynağı toprak ve su olduğu için, hepimizin özü çamurdan yaratılmıştır. (Fahreddin Razi)

3- O, göklerde ve yerde [tüm evrende] Allah'tır¹. Sırrınızı ve açıkta olanınızı biliyor; elde ettiklerinizi de biliyor.

¹: burada "Allah" ismi özel bir isim değil, sanki sıfat olarak kullanılmış gibidir. Sanki "o, göklerde ve yerde (evrende) Tanrıdır/Tanrı olarak tanınmış olandır" denilmiş gibidir. Yoksa "Allah, gökte ve yerdedir" manasında değildir.

 Mesela "zeyd, doğuda ve batıda halifedir[زيد الخليفة في الشرق والغرب]" denirken, Zeyd'in doğuda ve batıda halife olarak yaşadığını değil, o bölgede halife olarak tanınmış olduğu, onun kanunlarının geçerli olduğu kasıt edilmiştir. (kurtubi ilgili ayet) Aynı şekilde burada, "göklerde ve yerde Tanrı o'dur" manasındadır. Zuhruf 84. Ayette olduğu gibi.

4- Kendilerine bir ayet[cinsin]den yani RAB'lerinin ayetlerinden ne geldiyse ondan ancak uzaklaşıcı olmuşlardı.

5- Kendilerine geldiği zaman Gerçeği (Hakkı) yalanlamışlardı. Kendisini maskara yapmaya çalışmakta oldukları (vahyin) haberleri kendilerine yakında gelecektir.

6- Kendilerinden önce bir nesil[türün]den kaç tanesini helak ettik, hiç görmediler [bilmediler]¹ mi? Size hiç vermediğimiz imkan olarak onlara yerde imkan sağladık.² Üzerlerine göğü³ (yağmuru) bol bol gönderdik. Altlarından akan ırmaklar yaptık. Ardından cezayı gerektiren işleri sebebiyle onları helak ettik. Kendilerinden sonra bir başka nesil inşaa ettik.

¹: Arapçada, "görmek(اري)", "bilmek(علم)", "korkmak(خوف )" eylemleri, birbiri yerine kullanılabilir. Örneğin fil suresinin 1. Ayetinde "RAB'binin fil ashabına ne yaptığını görmedin mi?" denilir. Halbuki peygamber bunu görmedi (لم يري) sadece, Allah'ın kendisine haber vermesi sayesinde bunu bildi (علم). Bu Ayette görmek, "bilmek" anlamındadır.

²: "temkin=تمكين" kelimesi "mekkentuke=مكنتك" ve "mekkentu leke=مكنت لك" olarak kullanılır. İkisi de aynı anlamdadır. (Mecazu-l kur'an: Ebu Ubeyde)

³: "gök" mânâsına gelen "sema = سماء" kelimesi, yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. "ard= أرض" kelimesi "aşağı taraf" ; "sema" kelimesi ise "yukarı taraf" manasında kullanılır. (müfredat : أرض) her şeyin seması onun yukarı tarafıdır. her sema, altındakiler için "sema" sayılır. Her ard (yer) üst tarafında bulunanlar için "ard" sayılır. (müfredat : سما) Buna göre ilk muhatabı olan insanlar için "sema" derken o insanların yukarıda gördükleri her şeyi kasıt etmektedir. Yıldızlar, bulutlar, yağmur, gökyüzü... Hepsi "sema" diye anlatılır.

Mesela şair atının sırtını anlatırken "ipek gibi kırmızıdır GÖĞÜ/seması (üst tarafı) [وأحمر كالديباج أما سماؤه فَرَيّا]" demiştir. Üst tarafında olan her şeye "sema" denir. Hatta çamur, ot, yağmur ve evin çatısı için, yerden yukarıda olması nedeniyle "sema" denilmiştir. (kurtubi, bakara 19. Ayet) bir başka şair, yağmuru şu sözlerinde "gök" diye anlatmıştır. . "Gök bir topluluğun arzına(bölgesine) düştüğü zaman... [إذا سقط السماء بأرض قوم]" (kurtubi ilgili ayet)

7- Şayet yazılmış bir metin içinde bir kitabı senin üzerine [parça parça] indirmiş olsaydık ve ona elleri ile dokunsalardı, gerçeği örtmüş olanlar mutlaka "bu ancak apaçık bir sihirdir!" derlerdi.

8- "Ona bir Melek¹ indirilseydi ya?" dediler. Bir Melek indirmiş olsaydık, iş mutlaka tamamlanmış olurdu. Sonra kendilerine göz açtırılmazdı.

¹: Melek, köken olarak "gönderilen mesaj, mektup, Elçi" gibi manalarda kullanılmaktadır. İlk muhatabın bu varlıkları gökten (uzaydan) gelen bir varlık çeşidi olarak inandığı malumdur. (müfredat : الك ،ملك, kurtubi bakara 30) günümüzde de meleklerin aslında uzaylılar olduğunu iddia edenler vardır.

Bu varlıklara inanmak, varlıklarının "Gayb" alanında olması sebebiyle "körü körüne inanışçılık" değildir. Örneğin, bir kişi evrenin çok uzak bir noktasında bembeyaz bir boşluk olduğunu iddia etse, bu iddia doğrulanamaz ve yanlışlanamaz. Çünkü bu iddia "Gayb" noktasındadır. Ancak bunu iddia eden kişinin daha önceden bulunduğu her iddia zamanla doğrulanmış ise, bu iddiasına da inanılır.

Kur'an'ın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir bilgi vermemesi ve "Gayb" alanında olduğunu söylediği pek çok bilginin (mesela ahiret) doğruluğuna kanıt olması sebebiyle henüz doğrulanmış olmayan diğer iddialarına inanmak mantığa aykırı değildir.

9- Onu bir melek yapmış olsaydık, onu mutlaka bir kişi olarak yapardık. Karıştırıyor oldukları ne ise onu kendilerine yine karıştırırdık.

10- Elbetteki senden önceki elçiler de maskara edilmek istenmişti. Derken, onlarla alay etmiş olanları, maskara yapmaya çalışmakta oldukları [şey] kuşattı.

11- "Yerde [dünyada] gezin, aynı zamanda¹ yalanlayanların sonucunun nasıl olduğuna bakıp düşünün.²" de.

¹: bu ayet "summe=ثم" kelimesinin "sonra" manasında olmadığını gösteriyor. Ayet "gezin ondan sonra görün"manasında Değil. "gezin aynı zamanda bunları yapanların akıbetinin nasıl olduğuna bakın" manasındadır.

²: bu kelime ile araştırmak, gözlem yapmak, düşünmek de kast edilir. (müfredat : نظر)

12- "Göklerde ve yerde [tüm evrende] bulunanlar kimindir?" de, "Allah'ındır. Rahmeti, kendi benliğine (nefsine) yazdı. Kendisinde hiçbir şüphe olmayan kıyametin gününe kadar sizi mutlaka topluyor." de. Kendi benliklerini kayba uğratmış olanlar (evet!) onlar inanmıyorlar.

13- Gecede ve gündüzde duran/dinlenen ne varsa onundur. Hemde o, devamlı işitendir, devamlı bilendir.

14- "Göklerin ve yerin [tüm evrenin] başlatıcısı/ayıranı¹ olan Allah'ın haricinde mi bir veli edineyim? Hâlbuki o yediriyor ve kendisi yedirilmiyor." de. "Kesinlikle ben, teslim olmuş kimselerin önderi² olmak [ile] emir olundum." de. Sakın müşriklerden [gerçeği örtenlerden] olma!

¹:"fatara=فطر" fiili bir şeyi açmak/ayırmak ve ibraz etmek manasındadır. (İbni faris Mekayısi-l lugat :فطر) ayırma/yarma manası da verilmiştir. (Lisanu-l Arap: فطر) başlatıcı yani ilk yaratan manası da verilmiştir. (Zamahşeri:belegat esası :فطر)

Bu verilen anlamlar tamamen big bang ile bağdaşır. Çünkü big bang anında bütün madde tek bir noktada bitişik iken ayrılmıştır. Bu durum, ilgili kelimenin "yarma/ayırma" anlamıyla ve Enbiya 30. Ayeti ile alakalıdır. "Başlatma" manası ise evrenin başlangıcının olmasıyla alakası vardır.


²: "Evvel=أول" kelimesi önder, kendisine uyulacak kişi, öncü, başta gelen manasındadır (müfredat : أول)

15- "Kesinlikle ben, RAB'bime isyan ettiysem, büyük bir günün azabından korkarım" de.

16- O gün, kim ondan [azaptan] geri çevirilir ise, [Allah] ona rahmet etmiş [demektir]. Apaçık başarı, işte budur.

17- Eğer, Allah sana bir zarar temas ettirirse, artık onu [o zararı] ondan [Allah'tan] başka hiç bir kaldırıcı yoktur. Eğer, sana bir hayır temas ettirir ise [bil ki] o her şeye imkanı olandır.

18- O, kullarının üstünde egemendir (kahir). O hakimdir/hikmetlidir, haberdardır.

19- "Şahitlik olarak hangi şey daha büyüktür?" de. "Allah, benimle sizin aranızda devamlı şahittir. Bu kur'an, kendisiyle sizi ve ulaşmış kimseleri uyarmam için bana vahiy oldu." de. Gerçekten siz, Allah ile birlikte başka bir Tanrı olduğuna kesinlikle şahitlik ediyor musunuz? "Ben şahitlik etmiyorum!" de. "O sadece bir tek Tanrı'dır. Kesinlikle ben, sizin şirk [ortak] koştuklarınızdan beriyim." de.

20- kendilerine kitap vermiş olduğumuz [kimseler], onu [kur'an'ı]¹ oğullarını tanımakta oldukları gibi tanıyorlar². Kendi benliklerini kayba uğratmış olanlar (evet!) onlar inanmazlar.

¹: "onu tanıyorlar" yani (يعرفونه) ifadesindeki zamir, kur'an'a işaret ediyor. Kur'an'da yazanların, kendilerine kitap verilmiş kimselerin bildiği, kendi kitaplarından tanıdığı şeyler olduğunu (ki, tüm kutsal kitaplar, aynı yaratıcı tarafından geldiği için benzerlik olması beklenir) vurguluyor.

Zamirin -adı geçmiyor olsa da- peygambere işaret etmesi de mümkündür. Çünkü o dönemde bazı din bilginlerinin hz. Muhammedin kutsal kitaplarda anlatılan peygamber olduğunu bildiğini ve onu kutsal kitap sayesinde gayet iyi tanımakta olduğu söylenir. (Asım Köksal, islam tarihi)

²: o dönemki Yahudi, Hristiyan ve diğer "kitap verilmiş" kategorisine dahil kişilerin, bir peygamber beklediğine dair bazı veriler mevcuttur.

Bugün bile mektubu mevcut olan büyük roma imparatoru heraklius'un, peygamberin mektubuna verdiği cevapta da bellidir. Mektupta şöyle yazmaktadır: “Roma İmparatoru Heraklius’tan, İsa tarafından da kutsal kitapta açıklanmış bulunan Tanrı’nın elçisi Muhammed’e: Elçin tarafından sunulan mektubu aldım ve seni İncil’de Tanrı’nın elçisi olarak gördüğüme şahadet ederim. Meryem’in oğlu İsa da seni bildirmiştir. Romalılara sordum, sana inanmaktadırlar ama kabul etmeleri mümkün değildir. Eğer itaat etmiş olsalardı onlar için iyi olacaktı. Seninle beraber olmayı ve sana hizmet etmeyi… dilerdim.”

[kaynak: Nadia Maria El Cheikh, Byzantium Viewed by the Araps, s. 45 | mektubun görselleri ve harici kanıtları Radidikici. Com sitesinde "hz. Muhammedin mektupları" başlıklı makalede mevcuttur.]

21- Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmuş veya onun ayetlerini [mucizelerini] yalanlamış kimselerden daha zalim kimdir? Gerçek şu ki, zalimler kazanamazlar.

22- Onları topluca bir araya toplayacağımız sonra da şirk [ortak] koşmuş olanlara "İddia etmekte olduğunuz ortaklarınız nerede?" diyeceğimiz günü [an].¹

¹: "Gün" anlamındaki "yevme=يوم" kelimesi mensuptur. Yani son harfi üstün harekelidir. Mensup olmasını sağlayan ise gizli bir "An!" yani "uzkur=اذكر" emridir.

23- Sonra onların fitnelerinin [sonucu]¹ "RAB'bimiz Allah'a yemin olsun ki biz müşrik [ortak koşanlar] değildik." demelerinden başkası hiç olmadı.

¹: muzaf'ın hazf edildiği ve cümlenin [عاقبة فتنتهم] yani "Fitnelerinin akıbeti (sonucu)" manasında olduğu söylenmiştir. (Fahreddin Razi)

24- Bak, kendi kendilerine nasıl yalan söylediler? Uydurmakta oldukları kendilerinden sapıp kayboldu.

25-26- Onlardan [müşriklerden] sana kulak veren kimseler var. Onu [kur'an'ı] anlamamaları için¹ kalplerinin üzerine kalkanlar ve kulaklarının içine bir ağırlık yaptık.² Onlar her ayeti [mucizeyi] görseler onlara [o mucizelere] inanmazlar. Hatta, seninle mücadele ederek sana geldikleri zaman, gerçeği örtmüş olanlar, ondan [kur'an'dan] şiddetle geri çevirerek ve kendileri de ondan [kur'an'dan] uzaklaşarak "Bu ancak öncülerin-öncekilerin satırlarıdır [uydurmalarıdır]" derler.

¹: cümle bire bir çeviri yapılsa "onu anlarlar diye..." şeklinde olurdu. Mana olarak "anlamamaları için" olduğu için böyle çeviri yapıldı.

²: Bu ayetten, Allah'ın kendi keyfine göre insanların kur'an'ı anlamasını engellediği sonucu çıkmaz. Gerek bağlamında anlatıldığı üzere onların müşrik (Allah'a ortak yapan) olması, gerekse diğer ayetlerde anlatıldığı üzere, insanın eylemine karşılık Allah'ın doğru yola iletmesi veya yoldan çıkarması (soldaki sure; sağdaki ayet numarası : 4:155, 63:3, 10:74, 40:35, 13:27) insanın eylemine karşılık Allah'ın eylemde bulunduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu ayette onların kendi iradeleriyle suçlu olmalarından dolayı, kur'an'ı anlamalarının Allah tarafından engellenmiş olduğu belirtilmektedir. Bugün kur'an'da her okuduğu yerden bir mantıksızlık ve çelişki bulduğunu zanneden insanlar da bu kapsama giriyor.

27- Ateşin karşısında durdurulup da "Ne olurdu bize keşke geri döndürülseydik de RAB'bimizin ayetlerini [işaretlerini] yalanlamasaydık¹ ve İnançlılardan olsaydık." dedikleri o vakit² görseydin...

¹: "nukezzibe=نكذّبَ" ve "nekune=نكون" ifadelerini nasb eden yani üstün hareke ile son harflerini "e" olarak okutan, onların cevap cümleleri olmasından dolayıdır. Burada "ve=و" harfi "fe=ف" yerine kullanılmıştır. (Fahreddin Razi)

²:Ayette geçmiş zaman manasında olan (إذ) kullanılmıştır. Eğer (إذا) kullanılmış olsaydı "diyecekleri..." şeklinde geleceği anlatmış olurdu. Geçmiş zaman olarak anlatma nedeni, ya olayın kesinlikle olacağını belirtmek için (kurtubi de bunu savunur) ya da Allah'ın zamandan bağımsız olmasından kaynaklıdır. Allah için her şey bir "an" (burada "an" kavramı bile fazla olur) içinde olup bitmiştir. Bu nedenle Allah olayları olmuş bitmiş bir şekilde anlatmaktadır.

28-29- Hayır! Önceden gizliyor oldukları kendileri için açığa çıktı. Geri çevrilselerdi, kendisinden engellenmiş olduklarına mutlaka yine döner ve "Biz yönlendirilmiş/var edilmiş/yeniden diriltilmiş¹ değilken, başka bir [hayatımız] yoktur. ancak dünya(ilk) hayatımız vardır." derlerdi. Onlar, kesinlikle ve kesinlikle yalancılardır.

¹: "bease=بعث" fiili yönlendirmek, var etmek, yeniden diriltmek anlamlarındadır. (müfredat :بعث) Bu ifade, önceki ifadeden ayrı olarak başlı başına onların farklı bir sözünden bahsediyor olabilir. Bir nevi "biz, yaratılmış bir şey değiliz ki iddia ettiğiniz gibi bir yaratıcı bizi yeniden başka bir hayatta(ahiret hayatında) yeniden yaratacak olsun?" dedikleri anlatılmaktadır.

Önceki cümleyle bağlantılı olup, dünyaya geri çevrilmiş olsalar yine "Biz Allah tarafından buraya yönlendirilmiş değiliz," veya "yeniden diriliş olmadı" diyecekleri belirtilmiştir.

30- RAB'lerinin karşısında duruldukları o vakit görseydin... [RAB'leri] "Bu gerçek değil miymiş?" dedi. Onlar "Tabiki, RAB'bimize yemin olsun [gerçekmiş]" dediler. [RAB'leri] "O halde gerçeği örtmekte olmanız sebebiyle azabı tadın!" dedi.

31- Allah'ın karşılamasını (mahşeri) yalanlamış olanlar kaybetmiştir. Nihayet, 'saat' kendilerine aniden geldiği zaman, sırtlarının üzerinde kendi yüklerini (günahlarını) taşıyarak "Ondaki [dünya hayatındaki] eksiklerimiz sebebiyle eyvah bize!" derler. Dikkat! Yüklendikleri ne kötüdür!

32- En yakın¹/ilk hayat (dünya hayatı) ancak bir oyun ve oyalanmadır. Korunup sakınanlar için ahiret [son] yurt daha hayırlıdır. Artık akıl etmiyor musunuz?

¹: "dünya =الدنيا" kelimesi, kur'an'da içinde bulunduğumuz gezegen manasında kullanılmaz. Bu manada "ard =أرض (yer)" kelimesi kullanılır.  "Dünya=الدنيا" kelimesi ise "en yakın, en aşağı, ilk" manalarına gelir. (müfredat : دنو) kur'an'da "son" mânâsına gelen "ahiret" kelimesinin karşısında kullanılması da, "en yakın/ilk hayat" manasında olduğunu destekler. Yaşadığımız hayat, ilk; öldükten sonraki hayat ise son hayattır.

Kelime farkını bilmeyen ve meal üzerinden hareket ederek kur'an'da hata arayanlar bu ayetle duhan 38. Ayet arasında bir çelişki iddia ederler. Halbuki, bu Ayette "dünya" kelimesi kullanılmakta ve HAYATA vurgu yapmakta iken, duhan 38. Ayette "gökler ve yer" kelimesi kullanılmış, MEKANA ve AMACA vurgu yapılmıştır. Bu nedenle çelişki ayetlerde değil; hata arayan kişilerde bulunmakta.

33- Gayet iyi biliyoruz ki: kesinlikle o söyleyenler seni üzüyor. Kesinlikle onlar seni yalancı kabul etmiyorlar²; fakat zalimler Allah'ın ayetlerini [mucizelerini] içten kabul ettikleri halde³ reddediyorlar.

¹: buradaki (قد) edatı, mazi fiilin başına gelince "-mış, - miş" anlamını verirken, muzari fiilin başına gelince fazlalık ve çokça yapma anlamı vermektedir. Örneğin şiirde: "ولكنه قد يهلك المال نائله Fakat, o malı ona nail olan çokça(قد) helak ediyor"

(Zamahşeri:keşşaf, beydavi)

²: Ebu Ubeyde, buradaki (يكذب) fiilini, if'al babından yani "yukzibu" şeklinde okumuştur. (kurtubi) if'al babından olan bu kelime, birinin yalan söylediğini bulmak demektir. (müfredat : كذب, zamahşeri:keşşaf) bu kıraat tercih edildi. Peygamberin herkes tarafından "güvenilir (emin)" diye tanınması, hatta o dönemi inkarcı kişilerin bile "biz seni yalanlamıyoruz, bizim yanımızda sen sadık/doğru söyleyen birisin. Biz, sadece senin bize getirdiğini (vahyi) yalanlıyoruz" demesi (kadı beydavi) bu tercihi destekliyor.

³: (müfredat : جحد)

34- Elbetteki senden önceki elçiler de yalanlanmıştı. Yardımımız kendilerine [elçiler'e] gelinceye kadar, yalanlanmaya ve eziyete uğramaya karşı sabır ettiler. Allah'ın kelimelerini¹ değiştirici hiçbir [şey mevcut] değildir. Elbetteki, elçilerin haberlerinden [bir kısmı] sana gelmiştir.

¹: "kelimeler" manasında olan (كلمات) kelimesi, kur'an'da tekil ve çoğul kalıbı ile pek çok manada kullanılır. Bazen "kanun" bazen "ödül, karşılık" bazen "Allah'ın kitabındaki sözleri" bazen de "verilen sözler".

Burada Elçiler'e yardım ve zafer için verdiği sözü kasıt ediyor. Ayetin bağlamında yardımdan bahsediyor oluşu ve Saffat 171-173 ayetlerinde "kelimeyi" yardım ve zafer olarak açıklıyor oluşu bunu gösteriyor.

35- Eğer, onların ilgiyi kesmesi sana büyük olduysa [ağır geldiyse] yerine içine bir tünel veya göğün içine bir yükseltici aramaya gücün yetti ise [bunu yap]¹ da onlara bir ayet/delil getirirsin. Şayet Allah tercih etseydi mutlaka onları doğru yol (hidayet) üzerine toplardı. O halde sakın bilgisizlerden olma!

¹: hazf edilmiştir (Müşkül i'rab-ul kur'an)

²: "şae=شاء" fiili "e'sera=آثر" yani "tercih etti" anlamındadır. (Maturidi: İbrahim 4)

36- Sadece duyanlar cevap olumlu cevap vermeyi diler. Ölülere¹ [gelince] Allah onları yeniden diriltir sonra da kendisine geri döndürülür.

37- Onlar "Ona RAB'binden bir (başka)¹ ayet/mucize [kısım kısım] indirilse ya?" dediler. "Gerçekten Allah, herhangi bir ayeti/mucizeyi [kısım kısım] indirmeye imkanı olandır; fakat onların çoğunluğu bilmiyor." de.

¹: onlara zaten mucize gelmiş olduğu diğer ayetlerde belirtildi. (Bakara 99, 153) burada kasıt ettikleri ise daha farklı mucizelerdir.

38- Yerde [dünyada] kımıldanan[türün]den ne varsa ve iki kanadıyla uçan kuş[türün]den ne varsa hepsi mutlaka sizin emsalinizde birer topluluklardır(ümmetlerdir)¹. Kitapta² hiçbir şeyden eksik bırakmadık. Sonra RAB'lerine doğru bir araya toplanacaklardır.

¹: İnsanlara benzer "toplumlar" oluşları, bir açıdan da hüküm bakımından bizim gibi olduklarını gösteriyor. Gerek onlara karşı davranışlarımız olsun, gerekse onların hükümleri olsun bizim gibidirler. Maide 32 ve İsra 33 ayetlerinde haksız/gereksiz yere hiçbir "cana" zarar verilmemesi emir edilmiştir. Dolayısıyla da kurban haricinde hayvanlara da zarar vermemek gerekir. Peygambere isnat edilen şu hadis de bu konuyu destekler: "kim boşuna bir kuşu öldürür ise, [o kuş] kıyamet günü Allah'a gelir ve 'RAB'bim! bu [kişi] beni boşuna öldürdü, benden faydalanmadı...' diye şikayet eder" (Fahreddin Razi)

Ayrıca yargı konusunda da bize benzemektedirler. Hesap günü ile ilgili ayetlerde "her insan yaptığının karşılığını alacaktır" demek yerine "her NEFİS(CANLI) yaptığının karşılığını alacaktır" (Zümer 70) demesi de, hayvanların dahi hesap göreceğini göstermektedir. Sınamada olan tek varlık insan değildir. Her canlı bir amaç için yaratılmıştır. Ayrıca peygambere isnat edilen şu hadis de bu görüşü destekler: "Allah'ın Elçisi birbirleriyle boynuzlaşan iki koyun gördü ve bana "Ey Eba Zer, bunların niçin boynuzlaştıklarını biliyor musun?" dedi, "Hayır" dedim. Allah'ın Elçisi "Fakat Allah biliyor ve aralarında hüküm verecektir." buyurdu Ahmed b. Hanbel, Müsned c. 5, s. 162 (Taberi,)

³: kitaptan kasıt, enam 59. Ayette "yaş, kuru her şey bu kitapta" diye anlatılan ve buruc suresinin 21-22 ayetlerinde kur'an'ın kendisinde bulunduğu  anlatılan "levhi mahfuz (korunmuş levha)" olmalıdır.

''levhi mahfuz'' -yüksek ihtimalle- evreni kasıt etmektedir. Çünkü determinizme göre evrenin bir sonraki adımı tamamen belirlidir. Mikro dünyadan makro dünyaya kadar her şey belirli kanunlara göre hareket ettğine göre evren sanki yazılmış bir kitap gibidir. Zamanı geldikçe içindekiler gerçekleşmektedir. ''levhi mahfuz'' ile kastı edilenin bu olduğunun delili ise şu ayettir: ''...Doğrusu: siz, yeniden dirilişe kadar, Allah'ın kitabında [yazısında] kalmıştınız...'' (Rum 56) Bu ayette insanların içinde bulunduğu mekan (evren) ''Kitap'' olarak tanıtılmıştır.

Bunun kur'an olduğu da söylenmiştir (Fahreddin Razi) ancak "her şey" denilmektedir. "şey" varlığı bilinen ve kendisinden haber verilen her şeyi kapsar (müfredat : شيء) bu özellikler sadece korunmuş levhadadır.

Kur'an olması da mümkündür. Ancak o zaman "hüküm ve yönlendirme konusunda eksik değildir" olarak anlamak gerekir. Çünkü kur'an, insanı her alana yönlendirir.

39- Ayetlerimizi[mucizelerimizi] yalanlamış olanlar karanlıklar içinde sağırdır ve dilsizdir. Allah kimi tercih ediyorsa ona [yolu] kaybettiriyor; kimi tercih ediyorsa¹, onu dosdoğru bir yolun üzerine yerleştirir.

¹: bu manada olan ayetlerde "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorarak diğer ayetlerden Allah'ın sadece tercihe göre tercihte bulunduğunu anlıyoruz. Örneğin Rad 27. Ayette "Allah [samimi bir şekilde] kendisine yönelen kimseye hidayet ediyor [doğru yola iletiyor]" diyerek, tercihin yine doğru tercihe dayandığını görüyoruz.

40-41- "Allah'ın azabı size gelse veya 'saat' size gelse, Allah'ın haricindekilere mi dua ederseniz? Eğer dürüst kişiler idiyseniz bana haber verin!¹" de. "Hayır! Yalnız ona [Allah'a] dua edersiniz, o da tercih ederse kendisine [kaldırması için] davet ettiğiniz [sıkıntıyı] kaldırır ve şirk [ortak] koştuğunuzu unutursunuz." de.

¹: "e raeyte=أرأيت" fiili, "ehbirni=أخبرني" yani "bana bildir, haber ver" manasındadır. (müfredat :رأي)

42- Elbetteki senden önce de her bir topluluğa da göndermiştik. Ardından, kendilerinden yalvarmaları beklendiğinden dolayı kendilerini perişanlık ve sıkıntı ile yakaladık.

43- Kendilerine 'perişan edişimiz [azabımız]' geldiği o vakit yalvarmaları gerekmiyor muydu? Ama kalpleri katılaştı ve bulunmakta oldukları eylemleri kendilerine şeytan süsledi.

44- Ardından kendisiyle hatırlatıldıklarını (zikir olunduklarını) unuttukları anda onların üzerine her şeyin kapılarını açtık. Sonunda, kendilerine verilmiş [şeylere] sevindikleri zaman aniden kendilerini yakaladık. Ne beklersin? onlar tamamen ümit kesenler [oldular].

45- Ardından, zulüm etmiş olan milletin arkası kesildi. Övgü, alemlerin [varlıkların] RAB'bi Allah'ındır.

46- "Bana haber verin: Allah işitme işlevinizi/algılamanızı¹ ve görme işlevinizi alsa; kalplerinizin üzerini kapatsa, Allah'ın haricinde onları size getirecek bir Tanrı kimdir? " de. Bak, ayetleri nasıl halden hale çevirip açıklıyoruz sonra onlar şiddetle yüz çeviriyorlar.

¹: işitme manasında olan (سمع) kelimesi tekil olduğu halde, bakışlar manasında olan (ابصار) kelimesi çoğul gelmiştir.

47 - "Eğer, Allah'ın azabı size aniden hemde¹ açıkça gelse, zalimler milletinden başkası helak edilir m?  Bana haber verin!" de.

¹: (Halil b. Ahmet: kitabu-l Ayn: او)

48- Elçileri ancak müjdeci'ler ve uyarıcılar olarak gönderdik. Artık, kim[ler] inandı ve (kendilerini) düzeltti ise, artık [bilsinler ki] kendileri üzülmez bir haldeyken kendilerine herhangi bir korku yoktur.

49- Âyetlerimizi [işaretlerimizi]yalanlamışkkimselere [gelince] onlara hadlerini aşmakta olmaları sebebiyle azap dokunur.

50- "Size, " Yanımda Allah'ın hazineleri var." demiyorum, gaybı [gizliliği] bilmiyorum ve "kesinlikle ben bir meleğim" demiyorum. Ben ancak bana vahiy edilene bağlı oluyorum." de. "kör ve gören¹ denk olur mu? Artık düşünmüyor musunuz?" de.

¹: bu ifade ya bir temsil, ya da mecaz içerir. "kör" ile gerçeği örten; "gören" ile de gerçeği görüp inanan kasıt edilmiştir.

51- RAB'lerine doğru bir araya toplamaktan korkanları bununla uyar. Kendileri için ondan [RAB'lerinden] beride herhangi bir veli ve herhangi bir şefaatçi [mevcut] değildir. Beklenir ki onlar korunup sakınır.

52- Gün başında ve sonunda (her vakitte) RAB'lerine kendisinin yüzünü [kendisini]¹ isteyerek dua edenleri küçümseyip kovma. Onların hesabından hiçbir şekilde senin üzerine [sorumluluk] yoktur; senin hesabından hiçbir şekilde onların üzerine [sorumluluk] yoktur ki onları küçümseyerek kovup da acımasızlardan olasın?

¹: yüz ile bir şeyin tamamı kasıt edilir (müfredat : وجه, keşşaf sahibi, ilgili ayet)

53- işte bunun gibi, onları birbiri ile fitneledik[ayırt ettik¹] sonunda² "aramızdan Allah'ın kendilerine büyük iyilikte bulundukları bunlar mıdır?" diyorlar. Allah, şükredenleri en iyi şekilde bilen değil midir?

¹: fitne aynı zamanda "sınama" mânâsına da gelir. Altını ateşe atarak iyisini kötüsünü ayırt etmeye "fitne" denilmektedir.(müfredat : فتن) İnsanların arasında kimin iyi-kötü olduğunu ayırt ederek ortaya çıkarmak da bu olaya benzediği için sınamaya fitne denilmiştir.

²: buradaki lam harfi 'lamu-l akıbet' olduğu için (Beydavi) böyle çeviri yapıldı. Genel mealler buna dikkat etmediği için ".....(böyle) desinler diye (böyle yaptık)" şeklinde meal etmiştir.

54- Ayetlerimize[mucizelerimize] inananlar sana geldikleri zaman, "Selam [esenlik] üzerinize olsun, RAB'biniz, rahmeti "Sizden kim bilgisizce herhangi bir kötü eylemde bulundu dahası ondan [o eyleminden] sonra tevbe etti ve (halini) düzeltti ise [bilsin ki] gerçekten o, çok bağışlayandır, bir rahimdir." diye kendi benliğine [görev olarak] yazdı." de.

55- İşte, suçluların yolunun iyice belli olması için, ayetleri [işaretleri] bunun gibi halden hale çevirip açıklıyoruz.

56- "Gerçekten ben Allah'tan beride sizin dua ettiklerinize¹ kulluk etmekten engellendim." de. "Sizin keyiflerinize bağlı olamam. Aksi taktirde yolu kaybetmişim ve yolu bulanlardan değilmişim [demektir]." de.

¹: "tedunehum=تدعونهم" anlamındadır. Aid zamiri olan "hum=هم" atılmıştır [hazf edilmiştir].

57- "Gerçekten ben, RAB'bimden (gelmiş) ve sizin kendisini¹ yalanlamış olduğunuz bir açık kanıt üzerindeyim. Kendisini acele istediğiniz [şey] yanımda yoktur." de. Hüküm ancak Allah'ındır. O; [gerçeği ve yalanı] ayıranların en hayırlısı olarak hakkı [gerçeği] anlatıyor.

¹: Normalde zamirin "Açık kanıt" ifadesine işaret etmesi için "ha=ها" dişi zamirinin kullanılması gerekirdi. Ancak mana itibariyle eril zamir olan "hu=ه" kullanılmıştır. (Beydavi)

58- "Kendisini acele istediğiniz [şey] yanımda olsaydı, benimle sizin aranızda 'iş' mutlaka tamamlanırdı. Hâlbuki Allah, zalimleri gayet iyi bilendir." de.

59- "Gayb'ın [görünmeyenin] anahtarları onun [Allah'ın] yanındadır. Onları [anahtarları] ancak o [Allah] biliyor. Karada ve denizde (bütün dünyada)¹ bulunanları o biliyor. Bir yapraktan ne düşüyorsa onu ancak o biliyor, yerin [dünyanın] karanlıklarında bulunan bir tanecikten, yaştan² ve kurudan ne varsa ancak apaçık bir kitaptadır.

¹: kur'an'da zıt kelimeler bir arada kullanıldığı zaman bütünlük ifade eder. "gökler" ve "yer" ifadesinin bir arada kullanıldığı takdirde bütün evreni kasıt etmesi; "Doğu" ve "batı" ifadelerinin bir arada kullanıldığı taktirde her yönü kasıt etmesi gibi, "kara" ve "deniz" gibi zıt kelimeleri bir arada kullanıldığı zaman bütün dünyayı kapsar.

²: bu ifadelerin mecaz olması da mümkündür. Örneğin Yaş ile "canlının"; kuru ile "ölünün"; düşen yaprak ile "düşük doğan çocuğun" ve tanecik ile "düşük olmayan çocuğun" kasıt edilmesi mümkündür (kurtubi ilgili ayet)

60- O, sizi gecede vefat ettirendir. Gündüzde ne kazandığınızı¹ biliyor. Sonra isimlendirilmiş bir süre sonu tamamlansın diye onun [gündüzün] içinde sizi yönlendiriyor/yeniden diriltiyor. Sonra dönüş yeriniz onadır. Sonra bulunmakta olduğunuz eylemlerinizi size haber verir.

¹: (mekayıs-l luga: جرح maddesi)

61- O, kullarının üstünde egemen'dir. Birinize ölüm geldiği zaman elçilerimiz eksiksiz olarak onu [Ölümü geleni] vefat ettiriyor, [bu zamana kadar] size bir takım kayıtçılar gönderiyor.

62- Sonra, [vefat edenler] gerçek mevlaları[sahipleri]Allah'a geri çevrilir. Dikkat! Hüküm onundur. Hemde o, hesap soranların en hızlısıdır.

63- "Siz yalvararak ve gizlenerek kendisine "Yemin olsun bizi bundan kurtarırsa mutlaka ama mutlaka şükredenlerden olacağız!" [diye] dua ederken, karanın ve denizin (dünyanın) karanlıklarından sizi kurtaran kimdir?" de.

64- "Allah, ondan ve her perişanlıktan sizi kurtarıyor. Sonra da siz şirk [ortak] koşarsınız." de.

65- "O, üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azabı üzerinize yönlendirmeye veya sizi taraflar halinde karıştırmaya ve birbirinize birbirinizin perişanlığını [azabını] tattırmaya imkanı olandır. Bak, ayetleri [işaretleri] nasıl halden hale çevirip açıklıyoruz. Onların anlamaları beklenir.

66- Kendisi gerçek olduğu halde senin milletin onu yalanladı. "Ben size asla bir vekil değilim" de.

67- [kur'an'ın¹] her bir haberinin, karar bulma [gerçekleşme] yeri/zamanı vardır. Yakında bileceksiniz.

¹: haberden kasıt edilenin kur'an'ın haberleri olduğu da söylenmiştir (Zamahşeri:keşşaf) bu görüş ayetin bağlamına uygun düşüyor. Buna göre buradaki (نباٍ) kelimesinin sonundaki tenvin muzafun ileyh'in hazf edildiğini gösteriyor. Mana itibariyle (نبأ القرآن) şeklinde olur. Ki gelişen bilim sayesinde kur'an'da anlatılan yaratılış olaylarının gerçekliğini görüyoruz (Enbiya 30, müminun 14, Fussilet 9-12, Yasin 38-40, şems 1-2, ve birçoğu)

68-69- Ayetlerimiz konusunda [alay etmeye ve yalanlamaya]¹ dalanları gördüğün zaman, onlar onun haricinde bir konuya-olaya dalıncaya kadar onlardan vazgeç. Şeytan sana kesinlikle unutturursa hatırladıktan sonra zalimler milletiyle birlikte oturma. Korunup sakınanlara, onların hesabından hiçbir şekilde [sorumluluk] yoktur; fakat hatırlatma [sorumluluğu] vardır. Onların da korunup sakınmaları beklenir.

¹: Nisa 140. Ayete bakınız.

70- Dinlerini oyun ve oyalanma edinmiş ve dünya [en yakın/ilk] hayatının kendilerini kandırmış olduğu [kimseleri] bırak. Herhangi bir benlik (nefis), elde ettikleri sebebiyle [eyleminin getirisinden] mahrum olmasın¹ diye onunla hatırlat. Ona [herhangi bir benliğe] Allah'tan beride herhangi bir veli ve devamlı bir şefaatçi yoktur, her bir bedeli denkleştirse, kendisinden alınmaz. İşte bunlar elde ettiklerinden dolayı [eylemin getirisinden] mahrum olanlardır. Kendileri için kaynar sudan bir içecek ve gerçeği örtüp göz ardı etmekte olmalarından dolayı can yakıcı bir azap vardır.

¹: "ibsal=ابسال" kelimesinin bu ayette "eylemin getirisinden mahrum olmak" anlamında olduğu da söylenmiştir. (müfredat: بسل)

71- "Allah'tan beride bize fayda ve zarar vermeyenlere mi dua edelim? Allah bize yol gösterdikten sonra, kendisinin "Bize gel!" [diyerek] kendisini doğru yola (hidayete) çağıran dostları olan, şeytanların yerde hayran bir halde kendisini ayartıp şaşırtmış¹ olduğu [kimse] gibi topuklarımız üzerine geri mi çevrilelim?" de. "Gerçekten, Allah'ın doğru yolu (hidayeti) doğru yolun (Hidayetin) ta kendisidir. Alemlerin [tüm varlıkların] RAB'bine olalım diye bize emir edildi." de.

¹: (Keşf ve-l beyan)

72 - "Bir de "Yönelişi (namazı) ayakta tutun ve ona (karşı gelmekten) sakının!" diye [bize emir edildi].¹" Kendisine doğru bir araya toplanacak olduğunuz O'dur.


¹: Bu ayet, baştaki "en=أن" sebebiyle önceki ayetteki (أمرنا) yani ''bize emir edildi''sözüne atıftır.

73- Gökleri ve yeri [tüm evreni] hak ile [gereğince] yaratmış olan o'dur. "Ol" diyeceği ardından sözünün Hak olacağı günü [an]! Sur'un içine üfleneceği gün, yönetim (mülk) sadece onundur. Gayb'ın [görünmeyenin] ve açıkça görünenin bilenidir. O, hakimdir/hikmetlidir, haberdardır.

74- Bir vakit İbrahim hata eden(Azer)¹babasına "bir takım putları[Allah'tan alıkoyanları]² mı Tanrılar ediniyorsunuz? Kesinlikle ben, seni ve topluluğunu apaçık bir sapma [yoldan çıkış] içinde görüyorum." demişti.

¹: Azer, babasının adı değil bir lakap veya "ihtiyar, aksak inanca sahip kişi, hata eden" manasında bir sıfat veya onların dilinde azarlama manasında bir kelimedir. Tevrat | Genesis 11:27 de, İbrahim'in babasının adı "terah" diye anlatılır. Kur'an bu Ayette üstte dediğimiz gibi sıfat veya onların dilinde azarlama manasında kullanmıştır. Babasının "Azer" adında bir puta taptığı için hazf edilmiş bir muzaf olup cümlenin (عبد آزر) yani "Azerin kulu" manasında olması da mümkündür. (Fahreddin Razi, zamahşeri:keşşaf, kurtubi, ez zad'ul mesir, taberi) yinede bazıları bunun isim olduğu konusunda ısrar etmiş ve babasının iki isme sahip olduğunu söylemiştir. Bu mümkündür elbette. Mesela tevratta İbrahim'in başta "avram" isminde olduğu Tanrının onun ismini "İbrahim" yaptığı anlatılır. (Tevrat |Genesis 17:5)

²: "putlar" manasında olan (اصنام) kelimesinin, Allah'a kulluk etmekten alıkoyan her şeye kullanılması da mümkündür. (müfredat :صنم)

75- işte bunun gibi, yakin [kesin] inananlardan olsun diye İbrahim'e göklerin ve yerin (Evrenin) Melekutunu[sistemini]¹ gösteriyorduk.

¹: buradaki (ملكوت) kelimesi, yönetim, sahiplik mânâsına gelen (ملك) kelimesinden gelmiştir. Mübalağa amacıyla sonuna vav ve te harfleri eklenmiştir. Tıpkı (رهبوت) gibi (müfredat : ملك, ez zad'ul mesir, ilgili ayet)

Evrenin yönetimi, onun sistematik yapısıdır. Teizm argümanı olarak buna "teleolojik argümanı" denir. Öncülleri ile yazmak gerekirse: 1- her sistemin bir dizayn edeni vardır. 2- evren bir sistemdir. 3- evreni tasarlayan, dizayn eden bir yaratıcı (Allah) vardır.

İbrahim peygamber bu argüman sayesinde yaratıcıyı bulmuş ve o putların Tanrı olamayacağını fark etmiştir.

76- Ardından, gece onun üzerini örtünce, bir parlayan yıldız görüp "RAB'bim budur!" demişti. [parlayan yıldız] kaybolunca "ben, kaybolanları sevmiyorum" dedi.

77- Ardından Ay'ı ışık saçarak doğucu¹ halde görünce "RAB'bim budur!" demişti. [Ay] kaybolunca "Andolsun, RAB'bim bana hiç yol göstermemiş olsaydı kesinlikle yolu kaybedenlerden olurdum." dedi.


¹: (müfredat : بزغ)


78-79- Ardından Güneşi ışık saçarak doğucu bir halde görünce "RAB'bim budur, bu en büyüktür!" demişti. [Güneş] kaybolunca "Ey milletim! Kesinlikle ben, sizin şirkinizden [Allah'a ortak kabul etmenizden] beriyim" dedi. "kesinlikle ben, Hanif [doğruya yönelmiş] olarak, yüzümü sadece, gökleri ve yeri [tüm evreni] başlatmış/ayırmış² olana çevirdim. Ben, müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] değilim." dedi.

¹: İbrahim, gördüğü ve Tanrı sandığı varlıkların aslında "sonradan var olmuş" olduğunu fark ederek, "ilk yaratıcı" olanı felsefi olarak fark ediyor. Buna "kelam kozmolojik argümanı" denir. Bu argümanı öncülleri ile yazarsak;


1- her başlayanın, sonradan oluşanın kendi dışında bir nedeni(yaratıcısı) vardır

2-evrenin bir başlangıcı vardır (big bang)

2-1-yani evreninde bir nedeni vardır

3-evrenin nedeni onu aşkın zamansız mekansız maddeden bağımsız bir bilinç yani tanrı(Allah) olmalıdır.


Bu neden ;

Zamansız ve maddeden bağımsızdır çünkü zaman ve madde birbiri ile bağlantılı olarak büyük patlama ile başlamıştır

Bu neden Bir bilinçtir. Çünkü "büyük patlama sıradan bir patlama değil. Her yönü ile çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur" - Paul davies -

Büyük patlamanın dizayn edilmiş olması bir bilincin onu dizayn ettiğinin kanıtıdır.

Bu durum, hem yaratıcıyı hemde evren içinde "yaratıcı" olduğu sanılan varlıkların (güneş, put, ay, yıldız) yaratıcı olmadığını ve onların yaratılmış olduğunu göstererek, müşriklerin mantıksal açıdan haksız çıktığını gösteriyor.


²: Enam 14. ayetin dipnotuna bakınız.



80- Milleti kendisiyle tartıştı, [İbrahim] "kendisi bana yol göstermişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz?" dedi. "Kendisine [Allah'a] şirk koştuğunuz [Allah'a ortak kabul ettiğiniz şeylerden] korkmuyorum. Ancak, RAB'bimin bana herhangi bir şeyi tercih etmesinden [korkuyorum].¹ RAB'bim bilgi bakımından her şeye genişledi [kuşattı]. Artık öğüt almayacak mısınız?

¹: 'Buradaki istisna munkatı istisnadır. Yani: istisna edilenin, istisna edilenlerden aynı türden olmadığı bir istisnadır. Türkçede genel olarak böyle bir istisna kullanılmaz. Ancak arapçada mevcuttur. Örneğin دخل الضُّيُوفُ القاعَةَ إِلاَّ كِلاَبَهُمْ . "Köpekleri müstesna misafirler salona girdi.

Mesela, köpekleri "misafir" kategorisinde değildir, ancak munkatı istisna olduğu için böyle söylenmiştir. İlgili ayet de böyle bir istisna uygulanmış olabilir.

81- "Şirk koştuklarınızdan [Allah'a ortak kabul ettiklerinizden] nasıl korkayım? [Allah'ın] kendileri hakkında size herhangi delili [kısım kısım] hiç indirmemiş olduğu [şeyleri] Allah'a şirk koşmaktan [ortak kabul etmekten] korkmuyorsunuz ki. Artık, (bu) iki gruptan hangisi emniyete daha Haktır [layıktır]? Eğer, bilmekte idiyseniz [cevap verin!]" [dedi].

82- İnanmış ve inançlarına herhangi bir zulmü asla karıştırmamış olanlar (evet!) işte, yolu bulanlar olarak 'emniyet' kendilerine ait olanlar bunlardır.¹

¹: kur'an'ın bir ayetini başka bir ayetle tefsir eden kişi, peygamberimizdir. Müslümanlar, bu ayetteki "inançlarına zulmü karıştırmamış" ifadesini sordukları zaman peygamberimiz "siz, lokman'ın oğluna ''[Allah'a] ortak yapmak çok büyük bir zulümdür(lokman 13. Ayet)" dediğini duymadınız mı?" demiştir. (Taberi)

 Ancak, inanca zulmü karıştırmak, şirk (Allah'a ortak yapmak) ile sınırlı değildir. Çünkü Lokman 13. Ayette nekre kullanılarak, '[Allah'a] ortak yapmanın' büyük zulümlere sadece biri olduğu söylenmiştir. İnanç "öldürmeyin, dinde zorlama yoktur" (İsra 33, Maide 32, bakara 256) dediği halde inanç hatta görüş farklılığı yüzünden masum insanları öldürenler ve bunu da "din" adı altında yapanlar da, "inançlarına zulmü karıştırmış" kategorisine girer.

83- Kendi milletine karşı İbrahim'e verdiğimiz (mantıksal) kanıt¹ işte budur! Kimi tercih ediyorsak onu derecelerle yükseltiyoruz. Kesinlikle RAB'bin hakimdir/hikmetlidir, devamlı bilendir.

¹: enam 75. Ayetten buraya kadar anlatılan mantıksal kanıtları kasıt edilmiştir.

84- Ona [İbrahim'e] İshak'ı ve Yakub'u bağışladık. Her birine yol gösterdik. Nuh'a da, daha önceden yol gösterdik, onun soyundan [bazılarına] yani Davud'a, Süleyman'a, Eyüb'a, Yusuf'a, Musa'ya ve Harun'a da. İşte, güzellik edenlere bunun gibi karşılığını veririz.

85- Zekeriya'ya, Yahya'ya İsa'ya ve İlyas'a [da doğru yol gösterdik]. her biri düzgün-iyi kişilerdendi.

86- İsmail'e, Elyas'a, Yunus'a ve Lut'a [da doğru yol gösterdik]. Her birini Alemlere [varlıklara] karşı fazlalıklı/üstün kıldık.

87- Atalarından, soylarından ve kardeşlerinden [bazılarını]¹ da... Onları seçip topladık ve onları dosdoğru bir yola ilettik.

¹: "min =من" harfi cerr'i, bir kısmı [yani "baziyyet"] anlamında kullanılıyor.

88- İşte bu, Allah'ın kullarından kimi tercih ediyorsa¹ ona kendisiyle yol gösterdiği 'yol rehberidir(hidayetidir)'. Şayet şirk koşmuş [Allah'a ortak kabul etmiş] olsalardı bulunmakta oldukları eylemleri kendileri hakkında mutlaka boşa çıkardı.

¹: "kimi tercih ediyor?" sorusunu sorunca, "Allah kendisine yönelen kimseye yol gösteriyor." (Rad 27) ayeti bize cevap veriyor. Demekki ilk adım insandan, sonrası Allah'tan geliyor.

89- İşte kendilerine kitabı, hikmeti  ve nebiliği [peygamberliği] vermiş olduklarımız bunlardır. Artık, bunlar [muhataplar] bunları örtüp göz ardı ederse [bilsinler ki] bunlara [kitaba, hikmete, peygamberliğe] karşı kafir [göz ardı eden] olmayan bir milleti bunlara vekil etmiştik.

90- İşte, Allah'ın kendilerine yol gösterdikleri bunlardır. O halde sadece onların doğru yolunu planla/idare et.¹ "Buna karşı sizden herhangi bir ücret istemiyorum. O, Alemlere [varlıklara] sadece bir hatırlatmadır." de.

¹: (müfredat: قدد: bkz: واقْتَدَّ الأمر: دبّره)

91- "Allah, herhangi bir beşere herhangi bir şeyden indirmedi" dedikleri o vakitte Allah'ı, gücünün hakkıyla tanıtmadılar¹. "Musa'nın bir doğru yol rehberi (hidayet) ve bir aydınlık (nur) olarak getirdiği, sizin kendisini açığa vurarak ve pek çoğunu gizleyerek kağıt üzerine yazılı parçalar haline getirdiğiniz (o) kitabı kim indirdi? Sizin ve Atalarınızın bilmedikleri size öğretildi" de. "Allah [indirdi]" de. Sonra, onlar oynarken kendi dalışlarına bırak onları.

¹: Bu ifade genellikle "Onu bilmediler, yüceltmediler" olarak açıklanmıştır. (e-s Sıhah fi-l lugat: قدر, kurtubi) ancak ayetin geriye kalan kısmı bu ifadenin ne olduğunu açıklıyor. Bir nevi "Önceden Allah'ın indirdiği bir kitabın varlığını kendileri de söyledikleri halde şimdi 'Allah hiçbir kimseye bir şey indirmedi' diyerek Allah'ı yanlış tanıttılar" denilmektedir.

92- Bu, kendisini indirdiğimiz, önündekileri doğrulayan; kentlerin annesini [Mekkeyi]¹ ve çevresinde kim varsa [hepsini] uyarman için mübarek olan bir kitaptır.² Ahirete [son hayata] inanlar, kendilerinin yönelişini (namazı) korumaya çalışanlar olarak buna (bu kitaba) inanırlar.

¹: "Şehirlerin annesinin halkını" yani "ehle ummi-l kura=أهل أم القرى" anlamındadır. Muzaf (أهل) hazf edilmiştir. (kurtubi)

²: Ayette, peygamber muhatap alınarak "litunzira=لتنذر" yani "Senin uyarman için" denilmiştir. Peygamberin elçilik görevi, sadece mekke ve çevresi ile sınırlıdır. Peygamberin elçilik görevi, mekke ve çevresi ile sınırlı olduğu için, Allah'ın "bütün dünyayı..." demesi beklenemez. Ancak kur'an evrenseldir. Kur'an'ın bütün insanlara gelmiş olduğu En’am 90 ve kalem 52 gibi birçok Ayette söylenmiştir.

93- Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmuş veya kendisine hiçbir şey hiç vahiy edilmediği halde "bana vahiy edildi!" diyen kimseden ve "Allah'ın indirdiğinin benzerini ben indireceğim." diyen kimseden daha zalim kimdir? (o) zalimleri ölümün dalgaları içinde iken, melekler "canınızı çıkarın! Allah'a karşı, gerçek olmayanı söylüyor olmanız nedeniyle ve onun ayetlerinden[mucizelerinden] yana büyüklük taslamakta olduğunuz nedeniyle, bugün alçaklığın azabıyla cezalandırılıyorsunuz!" [diyerek] kendi ellerini uzatacakları¹ o vakit, görseydin…

¹: Normalde "Kendi Ellerinin uzatıcılar iken" manasındadır. Ancak fail bazen muzari fiil [geniş zaman fiili] olarak kullanılabilir.

94- Tıpkı, ilk defasında yarattığımız gibi elbette bize teker teker gelmiştiniz ve size verdiklerimizi sırtınızın arkasına [geride] bırakmıştınız. Kendilerinin içinizde ortaklar olduğunu iddia ettiğiniz şefaatçi'lerinizi de sizinle beraber görmüyoruz.  Elbetteki aranız kesilmiş ve iddia etmekte olduklarınız sizden sapıp kaybolmuştur.

95- Gerçekten Allah, tanenin ve çekirdeğin yarıcısıdır. [Allah] ölüden, diriyi çıkarıyor¹; diriden ölünün çıkarıcısıdır. İşte bu, Allah'tır. O halde nasıl oluyor da [gerçeklerden yalanlara] ters döndürülüyorsunuz?

¹: "Abiyogenez" canlılığın, cansızlıktan geldiğini savunur. Bunu reddeden "biyogenez" ise, canlılığın ancak canlıdan gelebileceğini savunur. Ayetteki bu ifade abiyogenezin mümkün olduğuna işaret ediyor. Biyogenizin geçerli olması da bu ayete aykırı değildir.

96- Sabahlamanın yarıcısdır. Geceyi bir rahatlık-dinlenme olarak; güneşi ve ay'ı ise bir hesap olarak yaptı. İşte bu, bilen, aziz Allah'ın belirlemesidir.¹

¹: bilimsel olarak, evrendeki her şeyin bir fizik yasasına göre, belirli bir şekilde çalışıyor olduğu malumdur. (bkz: determinizm) bu da evrendeki her şeyin rastgele bir şekilde tesadüfen hareket ettiğini değil; bir güç(Allah) tarafından belirlenmiş bir harekete göre çalışmakta olduğunu göstererek belirleyen bir gücün (Allah'ın) var olduğunu gösteriyor.

97- Yıldızları karanın ve denizin (dünyanın) karanlıklarında kendileriyle doğru yol bulursunuz diye sizin için yapan o'dur [Allah'tır]. Bilen herhangi bir millet için ayetleri [mucizeleri] açıkladık.¹

¹: özellikle "bilen" topluluk için ayetlerin[mucizelerin] açıklandığı söyleniyor. Gerçekten de öyledir. Gerek kur'an ayetleri olsun, gerekse evrenin ayetleri [sistemi] olsun, bunları ancak bilen insanlar tam olarak anlıyor. Kozmoloji bilmeyen bir insan, evrendeki ve Kur'an'daki kozmoloji ile ilgili ayetleri, bilen bir insan gibi tam olarak anlayamaz. Biyoloji bilmeyen bir insan, biyoloji ile ilgili ayetleri, bilen biri gibi tam olarak anlayamaz.

98- Sizi, bir tek canlıdan¹ inşaa eden o'dur. Artık, bir barınma yeri ve emanet yeri [vardır].² Anlamakta olan herhangi bir millet için ayetleri [mucizeleri] açıklamıştık.

¹: hücre teorisine göre bütün canlılık bir tek hücreden meydana gelmiştir. Buna göre ayetteki "bir tek canlı" ile kasıt ilk hücredir.

²: "barınma yeri" ifadesinden maksat anne rahmi, "emanet yeri" ifadesinden maksat ise babadır. (lisanul Arab: قرر)

99- Gökten¹ bir su indiren o'dur. Ardından, onunla [o suyla] her şeyin bitkilerin'den çıkardık². Ardından onlardan [bitkilerden], kendisinde üst üste binmiş tane çıkarmakta olduğumuz bir yeşillik; Hurma[türün]den, tomurcuğun'dan, sarkmış salkımlar; üzümler'den cennetler[bahçeler]; benzeyen ve benzemeyen zeytin ve nar çıkarıyoruz. Ürün verdiği ve olgunlaştığı zaman, onların ürünlerine bakıp düşünün. Gerçekten işte bunlarda, inanan herhangi bir millet için mutlaka ayetler [mucizeler] vardır.

¹: "gök" kelimesi buluta, yağmura, evin çatısına, bitkilere, gökyüzüne kısacası: yerden yukarıdaki her şeye kullanılabilir. (Enam 6. Ayetin dipnotuna bakınız)

Suyun gökten inmesi yağmur olabileceği gibi, uzaydan gelmesi de olabilir. Çünkü araştırmalara göre dünyadaki su uzaydan gelmiştir. (kaynak: BBC dergi - okyanusların oluşumu)

²: dikkat edilirse, bitkilerin oluşumu, sudan sonra anlatılmıştır. Çünkü bitkilerin gelişmesi için suya ihtiyaçları vardır. Aerobik bitkiler haricinde bitkilerin su olmadan, oluşup ürün vermesi neredeyse imkansızdır. Çünkü canlılar bilhassa bitkilerin hidrojen ve oksijene ihtiyacı vardır. Dünya, ilk başlarda yeterince suya sahip değildi. Haliyle bitkilerin oluşumu sudan sonra meydana gelmiştir. (bu bilgileri "Dr. Melik kara, yerküre ve atmosferin oluşumu" adlı yazısından ve farklı kaynaklardan teyit edebilirsiniz) ayet bilimle tamamen paralellik gösteriyor.

Başta Allah'ın üçüncü şahıs olarak anlatılıp bu kısımdan itibaren birinci şahıs çoğul olarak "Biz" diye anlatılması iltifat sanatı ile ilgilidir.

100- Cin¹ [türünü] Allah'a ortaklar saydılar. Onları [Allah] yarattı, onlar herhangi bir bilgi olmaksızın ona [Allah'a] saçmalayarak oğullar ve kız çocukları uydurdular. O münezzehtir ve onların yakıştırdıklarından yücedir.

¹: cin, sözlükte duyu organlarından gizli kalan, algı ötesi mânâsına gelir. (müfredat : جن) burada kasıt edilenlerin melekler olduğu da söylenmiştir. Çünkü melekler de algı ötesindedir. (kurtubi, beydavi)

Enam 8. ayetin dipnotuna bakınız.

101- Göklerin ve yerin [tüm evrenin] örneksiz yaratıcısıdır. Ona ait herhangi bir çocuk nasıl olabilir? Onun herhangi bir dişi dostu hiç olmamıştı, her şeyi yarattı ve o her şeyi devamlı bilendir.

102- İşte o RAB'biniz Allah'tır. Ondan [Allah'tan] başka, hiçbir Tanrı yoktur. Her şeyin yaratıcısı'dır, artık o her şeyin üzerine bir vekil iken ona kulluk edin.

103- O, bakışları idrak ederken [kavrarken], bakışlar onu [Allah'ı] idrak edemez [kavrayamaz]. O Latif'tir, devamlı haberdardır.

104- "RAB'binizden size basiretler [kalp bakışları/sağlam kanıtlar]¹ gelmiştir. Artık kim bakarsa bu kendi benliğinin (nefsinin) lehinedir; kim körlük ettiyse o kendi aleyhinedir. Hâlbuki ben size bir devamlı kayıtçı değilim." [de].²

¹: Kalp bakışı (müfredat : بصر) veya burhan [en sağlam kanıt] anlamındadır. (İbni faris:Mekayısi-l lugat: بصر)

²: kur'an'da ve diğer metinlerde cümlenin, fiilin, haberin, harfin, tamlayanın, sıfatın kısacası her şeyin "hazf" edilmesi çok sık görülür. Hazf, aklen anlaşılır. Önceki ayetlerde örneği verildi. Bu ayette de "kul=قل" emri hazf edilmiştir çünkü okuyucu tarafından anlaşılmaktadır.

105- İşte ayetleri bunun gibi halden hale çevirip açıklıyoruz. Onlar sonucunda "Sen ders aldın¹." diyorlar, onu (kur'an'ı) herhangi bir bilen millete açıklamak için [ayetleri halden hale çevirip acıkıyoruz].²

¹: Bugün de benzeri bir iddianın nonteist (dinsiz) kesim tarafından görülmesi ilginçtir. Kur'an'da anlatılan olayların ve mucizelerin diğer eski metinlerden alıntı olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki, kur'an'ın kendisi öncekileri doğrulayan bir kitap olduğunu çeşitli ayetlerde vurgulamıştır.

Hepsinin kaynağı, aynı yaratıcı olduktan sonra benzerlik olması gayet normaldir. Eğer benzerlik olmasaydı "madem Allah daha önce de kitap göndermiş neden kur'an'da anlatılan şeylerin benzerini diğer kitaplarda da görmüyoruz?" denilecekti. Ki, denildi de, kur'an'ın anlattığı bazı olaylar diğer kaynaklarda mevcut değildir.

Mucizeler konusunda kur'an'ın bu kitaplardan alıntı yaptığını düşünmek saçmadır. Kuranın bulunduğu çağda herhangi bir konuda binlerce iddia varken kur'an'ın bunların arasında sadece doğru bilgiyi seçmesi mümkün değil.

Bir insanın bulunduğu çağda kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir ayeti olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap yazması da imkansızdı. Sadece bu olay bile kuranın insan elinden çıkmadığına kanıttır!

²: İlk "lam=ل" harfi akıbet lam'ıdır; ikinci "lam=ل" harfi esas anlamındadır. (Beydavi)

106-107- RAB'binden sana vahiy edilene bağlı ol. Ondan [Allah'tan] başka hiçbir Tanrı yoktur. Müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] ilgiyi kes¹. Allah, [zorlamayı]² tercih etseydi onlar şirk [ortak] koşmazlardı. Seni onların üzerinde bir kayıtçı yapmadık ve sen onlara bir vekil değilsin.

¹: Bunca açıklamaya rağmen müşrik olmaya devam edenlere karşı elçi'ye verilen emir "ilgiyi kes" olduğu halde halen islamın "ya müslüman ol ya da öl!" mantığında olduğu nasıl iddia edilebilir?

²: "şae=شاء" fiili geçişli bir fiil olduğu için (Enam 80) bir nesne aranır. Burada nesnesi hazf edilmiştir. Ayet "velev şae Allahu en yukrihehum =ولو شاء الله أن يُكرههم" yani "Allah onları zorlamayı tercih etseydi" takdirindedir.

108- Allah'tan beridkilere¹ dua edenlere hakaret etmeyin. Aksi halde onlar hadsizce, bilgisizce Allah'a hakaret ederler. İşte, her topluluğa bunun gibi kendi eylemlerini süsledik. Sonra dönüş yerleri, sadece RAB'lerine doğrudur. Ardından [RAB'leri] bulunmakta oldukları eylemlerini kendilerine haber verir.

¹: Bu ifade "yeduvnehum=يدعونهم" takdirindedir, aid zamiri olan "Hum=هم" zamiri atılmıştır. Atıldığını kabul etmezsek ayet "Allah'tan beride dua edenlere hakaret etmeyin" anlamında olur.

109-110- Yeminlerinin tüm gücü [ile] Allah'a ant içtiler: Şayet kendilerine herhangi bir ayet [mucize] gelirse mutlaka ama mutlaka ona [mucizeye] inanacaklarmış. "Ayetler [mucizeler] sadece Allah'ın katındadır." de. O [mucizeler] geldiği zaman tıpkı buna ilk defasında hiç inanmadıkları gibi inanmayacaklarını, gönüllerinin ve bakışlarının¹ döndürüleceğini ve onları kendi taşkınlıkları içinde şaşkın halde bırakacağımızı² [Allah] size fark ettirmedi³.

¹: "tukallebu efidetuhum ve ebsaruhum=تُقلَّب افئدتهم و ابصارهم" olarak da okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) bu okuyuşa göre çeviri yapıldı.

²: İltifat sanatı uygulanarak üçüncü şahıstan birinci çoğul şahısa geçildi.

³: "Ma =ما" olumsuzluk anlamındadır, "yuşiru=يشعر" fiilinin faili Allah'tır.

111- Kendilerine melekleri kısım kısım indirsek, ölüler onlara konuşsa ve her şeyi onların karşısına kabileler halinde bir araya toplasak bile onlar inanacak değillerdi. Ancak, Allah'ın [zorlamayı] tercih etmesi durumunda [inanırlardı] ;fakat onların çoğunluğu cahillik ediyor.

112- işte bunun gibi, insanın ve cinin şeytanlarının¹, aldatıcılar olarak sözün yaldızını birbirlerine vahiy ederlerken, her bir nebi için birer² düşman [olduklarına] hüküm ettik³. RAB'bin [zorlamayı] tercih etseydi onu yapmazlardı. Artık onları uydurmalarıyla birlikte bırak.

¹: "şeyatine-l ins ve-l cin=شياطين الانس و الجن" ifadesi, çeviride de yazıldığı üzere, isim tamlamasıdır. (Fahreddin Razi) genellikle "Lafzi izafet tamlaması" olduğu kabul edilerek "İnsan ve cin şeytanları" şeklinde anlam verilmiştir

²: buradaki (عدو) kelimesi tekil gelmiştir. Çoğulu ( أعداء) şeklindedir. Ancak tekil geldiği halde çoğul olarak kullanılması mümkündür. (Fahreddin Razi)

³: ayetteki (جعل) fiili, "yaptı, kıldı, seçti, hüküm etti" manalarına gelir.(müfredat :جعل) bu Ayeti "düşman olduklarını belli etti, hüküm etti," manasında anlayanlar vardır. (Fahreddin Razi, ilgili ayet) örneğin Fussilet 9. Ayette, aynen (جعل) fiili kullanılmaktadır. Ayet "... Ona denkler olduğunu hüküm ediyorsunuz..." manasındadır. Buradan anlaşılıyor ki, bu Ayette de "hüküm etti" manasındadır.

113- Ahirete [son hayata] inanmayanların gönülleri ona [yalana] eğilim göstermesi için, onu uygun bulması için ve kazanıcı [kazanacak] olduklarını kazanmaları için [sözün yaldızını birbirlerine vahiy ederler].¹

¹: "li=ل" harfleri önceki ayetteki "birbirlerine vahiy ederler" ifadesine bağlıdır (zad'ul mesir).

114- "Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım? Hâlbuki kendisi, kitabı ayırtlanmış¹ olarak indirmiş olandır." [de]² Kitabı kendilerine vermiş olduklarımız onun RAB'lerinden hak ile [gerekli olarak] indirilmiş olduğunu biliyorlar. Artık, sakın şüpheli tartışmaya girenlerden olma!

¹: buradaki ''ayırt edilmiş" ifadesi "gerçeği ve yalanı açıklamış helali ve yasağı açıklamış, hükümleri açıklamış, din işlerinde yeterli hükmü beyan etmiş" anlamındadır. (maverdi, kadı beydavi, taberi, mukatil bin Süleyman) bu ifadede "kur'an yeterlidir" diyenlere delil vardır. Ancak, bu ifade, kur'an dışı hiçbir şeye bakmamak gerektiği sonucu çıkmaz. Çünkü kur'an, insanı yönlendirir. Örneğin namazın şeklini vermek yerine pek çok Ayette "Rüku edenlere beraber Rüku edin" diyerek uygulamaya bakmamız gerektiğini söyler.

²: ayette "onlara... de" manasında olan (قل لهم) ifadesi hazf edilmiştir. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

115- RAB'binin kelimesi¹ doğruluk ve adalet bakımından tamamlandı. Kendisini devamlı bilen, devamlı işiten iken onun kelimeleri için hiçbir değiştirici yoktur.

¹: "kelimeler" manasında olan (كلمات) kelimesi, kur'an'da tekil ve çoğul kalıbı ile pek çok manada kullanılır. Bazen "kanun" bazen "ödül, karşılık" bazen "Allah'ın kitabındaki sözleri" bazen de "verilen sözler". Bu durumda "Allah'ın verdiği sözlerin önüne kimse geçemez, kimse onları değiştirmez" anlamındadır.

"Kelime" ile kasıt edilenler kutsal metinler de olabilir. Bu durumda Tevrat ve İncil de dahil hiçbir kutsal metin değiştirilemez. Nasıl peygamberin zamanında binlerce insanın hafızasında korunması sebebiyle kur'an'a herhangi bir ekleme çıkarma yapılamadıysa aynı şekilde ilk baştan beri binlerce insanın hafızasında olan Tevrat ve İncile de ekleme ve çıkarma yapılamaz. Ancak kur'an'ın bahsettiği tahrif, kitap halkının anlam bakımından gerçekleştirdiği bir tahriftir. tıpkı bugün bazılarının kur'an'ın anlamını saptırmak için yanlış tefsir yapması ve kelimelere olmayan anlamları eklemesi gibi. (Fahreddin Razi de aynı görüştedir. Bkz: enam 91) Yahudi ve Hristiyan grupların içlerinden pek çok grubun Tevrat ve İncili metin olarak değil; anlam bakımından tahrif ettiğinin en açık kanıtı şudur: Bugün yahudi ve Hristiyanlar aynı Tevrata inandıkları halde, Yahudiler Tevrat'ı baz alarak, İsa'nın gerçek peygamber olmadığını söylerken, Hristiyanlar aynı Tevrat'ı baz alarak İsa'nın gerçek peygamber (veya bazılarına göre Tanrı) olduğunu iddia etmektedir. Yine Hristiyanların içinden yehova şahitleri ve uniteryanlar aynı İncili baz alarak İsa'nın Tanrı olmadığını söylerken, diğer Hristiyan grupları aynı İncili baz alarak isa'nın Tanrı olduğunu söylemektedir. Bu durum, kutsal metinleri metin olarak değil; anlam bakımından bazı grupların tahrif ettiğini ispatlıyor.

116- Eğer, yerde [dünyada] bulunan kimselerin çoğunluğuna gönülden itaat edersen sana Allah'ın yolunu kaybettirirler. Onlar [başka bir şeye] değil ancak zanna bağlı oluyorlar. Onlar ancak saçmalıyorlar.

117- Gerçekten RAB'bin doğru yolu bulanları daha iyi bilen iken kendisinin yolundan sapan kimseleri daha iyi bilendir.

118- Artık, ayetlerine inançlı idiyseniz, kendisine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin.

119- Size, -kendisini [yemeye] şiddetli bir şekilde mecbur olduklarınız müstesna- haram edilenler ayırt edilmişken, size ne var ki kendisine Allah'ın adı anılmış olanlardan yemiyorsunuz? Gerçekten çoğunluk kendi keyifleriyle bilgisizce mutlaka saptırıyor. Gerçekten RAB'bin haksızlık edenleri en iyi bilendir.

120- kasıtlı günahın açığını ve kapalı olanını bırakın. Gerçekten, kasıtlı günahı elde edenler kazanmakta oldukları [şeyler] sebebiyle yakında cezalandırılacaklar.

121- Kendisine Allah'ın adı hiç anılmamış olanlardan yemeyin. Kesinlikle bu haddi aşmaktır. Kesinlikle şeytanlar velilerine sizinle mücadele etmeleri için vahiy ederler. Onlara gönülden itaat ederseniz [bilin ki] kesinlikle siz mutlaka müşriksiniz [demektir].

122- Bir ölü¹ iken kendisine hayat verdiğimiz ve kendisi için insanların içinde kendisiyle yürüyeceği bir aydınlık (nur) yaptığımız kimse, misali kendisinden herhangi bir çıkışın olmadığı karanlıklar içindeki kimse gibi midir? İşte, kafirlere [gerçeği örtenlere] bulunmakta oldukları eylemleri bunun gibi süslendi.

¹: buradaki bütün ifadelerin mecaz olması mümkündür. "ölü" ile bilgisiz kimse kasıt edilmiştir. Buna göre mana "bir bilgisiz idi kendisi, ardından kendisine bilgiyle hayat verdik" olur. Örneğin şöyle bir beyit mevcuttur: وفي الجهل قبل الموت موت لأهله فأجسامهم قبل القبور قبور وإن امرأ لم يحي بالعلم ميت فليس له حتى النشور نشور "Bilgisizlik, bilgisizler için ölümden önce bir ölümdür, Cesetleri kabirlerden önce kabirdir onların İlimle hayat bulmamişsa bir kişi ölüdür, Artık öldükten sonra dirilişe kadar onun için diriliş olmaz."

Bu ifadenin, kendisi yanlış yolda iken, hidayet bulan herkesi kasıt etmesi de mümkündür. Yine, kafir ve müslümanı temsil ediyor da olabilir. Aydınlık, kur'an'ı ve hidayeti; karanlıklar ise yalanları ve sapıklığı kasıt ediyor. (kurtubi)

123- İşte, her bir kentin içinde kendi suçlularının büyüklerini [başkanlarını]¹ meydana getirdik ki kendi kendilerinden başkasına tuzak kuramaz ve [bunun] farkında değilken onda [bulundukları kentte] tuzak kursunlar.²

¹: "suçlularını" [مجريم] kelimesi "büyükler" [اكابر] kelimesinin muzafun ileyh'idir. Yani bu ifade bir isim tamlamasıdır. (Beydavi)

²: Bir nevi "sadece kendi kendilerini tuzağa düşürebilir bir haldeyken tuzak kursunlar da kendi tuzaklarına düşsünler diye böyle yaptık." anlamındadır.

124- Kendilerine herhangi bir ayet [mucize] gelince "Allah'ın elçilerine verilenlerin benzeri bize verilene kadar asla inanmayacağız!" dediler. Allah, elçiliğini-mesajını nereye yerleştireceğini en iyi bilendir. Suç işlemiş olanlara tuzak kurmakta olmaları nedeniyle, Allah'ın katından bir eziklik ve çok şiddetli bir isabet edecektir.

125- Artık, Allah kime doğru yolu göstermeyi istiyorsa onun göğsünü İslam [yaratıcıya teslimiyet ve barış] için genişletir; kime yolu kaybettirmeyi istiyorsa onun göğsünü sanki göğe kalkıyor gibi sıkışık bir dar hale getirir. İşte bunun gibi, Allah inanmayanların üzerine kirliliği (azabı)¹ meydana getirir.

¹: (müfredat : رجس)

126- Bu sapasağlam bir yol olarak RAB'binin doğru yoludur. Düşünüp öğüt alan herhangi bir millet için ayetleri ayırtlamıştık/açıklamıştık.

127- RAB'lerinin katında 'Esenlik yurdu (daru-s selam)' kendilerine aittir. O, bulunmakta oldukları eylemleri sebebiyle kendilerinin velisidir.

128- Onları toplu halde bir araya toplayacağı günü [an!]¹ "Ey Cin birliği! İnsanlardan çokluk [yararlanmak]² istemiştiniz " [denilir]³. İnsanlardan onların [cinlerin] velileri olanlar "RAB'bimiz, birbirimizle geçinmek istedik ve bize süre sonu yaptığın (bu)süre sonuna ulaştık." dediler. [RAB'leri] "İçinde kalıcı olduğunuz durağınız ateştir! Ancak Allah'ın tercih ettiği hariç." dedi. Kesinlikle RAB'bin hakimdir/hikmetlidir, devamlı bilendir.

¹:baştaki (يومَ) kelimesinin mensup oluşu, hazf edilmiş bir "An'' [اذكر] emrinin olduğunu gösteriyor. (Zamahşeri:keşşaf)

²: (Kurtubi)

³: ''Denilir'' ifadesi gizlenmiştir.(ez zad'ul mesir, Fahreddin Razi)

129- İşte, elde etmekte oldukları sebebiyle zalimleri bunun gibi birbirlerine veli yaparız.

130- "Ey Cin ve İnsan birliği! Size âyetlerimi okuyan ve bu karşılaşma gününüzü [bildirerek] sizi uyaran sizden olan elçiler size hiç gelmedi mi?" Onlar "kendi kendimize(nefsimiz) karşı şahitlik ettik." dediler. Dünya [ilk] hayatı onları kandırdı ve kendi kendilerine (nefislerine) karşı, kendilerinin kâfirler [gerçeği örtenler] olduklarına şahitlik ettiler.

131- İşte bu [elçilerin gelişi] RAB'binin, halkı bihaber olan kentleri kendi zulümleri sebebiyle¹ hiç helak edici olmamasından [dolayıdır].

¹: bazen muzafun ileyh(tamlanan) hazf edilip, muzaf (tamlayan) bundan bedel olarak harfi tarif veya tenvin alır. (Meryem 4 ve yasin 40 ,İlhami haktan Arapça dil bilgisi) burada (بظلمٍ) kelimesindeki tenvin, hazf olduğunu gösteriyor. Buna göre (بظلمهم) yani "zulumleri sebebiyle" manasındadır.

Bunun, hal manasında olarak "[RAB'binin] zalimce helak edici olmamasından.." manasında olması da mümkündür. (zamahşeri:keşşaf)

132- Her birinin kendi eylemlerinden dereceleri vardır. RAB'bin onların eylemlerinden bihaber değildir.

133- RAB'bin zengindir, rahmetin sahibidir. Eğer, tercih ederse sizi götürür ve sizden sonra, tercih ettiğini [yerinize] geçirmeyi diler. Tıpkı, sizi bir başka milletin soyundan inşaa ettiği gibi..

134- Gerçekten size ne söz veriliyorsa o mutlaka gelicidir. Hâlbuki siz, aciz bırakıcılar [kaçıp gidecekler]¹ değilsiniz.

¹: (Ebu Ubeyde:mecazu-l kur'an)

135- "Ey milletim! Konumunuz üzerinde-imkanınız yettiğince eylemde bulunun [bakalım!]¹ kesinlikle ben de eylemde bulunacağım. Ardından, yurdun sonucunun kimin lehine olacağını yakında bileceksiniz. Gerçekten, zalimler başarılı olamazlar.

¹:" ale mekenetikum=علي مكانتكم" ifadesi, her iki anlama da gelebilir. (zamahşeri:keşşaf) bu ifade emir değil; tehdittir.

136- Allah'a, onun ekinden ve sağmal hayvanlardan ortaya çıkardıklarından bir pay seçip kendi iddiaları ile "Bu, Allah'a; şu ortaklarımıza aittir." dediler. Artık, ortaklarına ait olana [gelince] o, Allah'a ulaşmıyormuş; Allah'a ait olana [gelince] o, ortaklarına ulaşıyormuş. Ne kötü hüküm veriyorlar!

137- İşte bunun gibi, kendilerinin ortakları 'evlatlarını öldürmeyi' müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] çoğuna süsledi. Sonunda¹ onları yok ediyorlar ve sonunda dinlerini onlara karşı karıştırıyorlar [karışık gösteriyorlar]. Allah [zorlamayı]² tercih etseydi bunu yapmazlardı. O halde onları uydurmalarıyla birlikte bırak.

¹: 'akıbet bildiren lam'dır. (ez zad'ul mesir, ilgili ayet)

²: "şae=شاء" fiili geçişli bir fiil olduğu için (Enam 80) bir nesne aranır. Burada nesnesi hazf edilmiştir. Ayet "velev şae Allahu en yukrihehum =ولو شاء الله أن يكرههم" yani "Allah onları zorlamayı tercih etseydi" takdirindedir

138- Kendi iddialarınca "Bunlar dokunulmaz sağmal hayvanlar ve ekindir. Bunları ancak tercih ettiğimiz kimseler yiyebilir. Bir takım sağmal hayvanlar vardır, bunların sırtları haram edildi." dediler. Bir takım sağmal hayvanlar vardır, -kendisine karşı bir uydurma olarak- onlara Allah'ın adını anmazlar. Uydurmakta oldukları [şeyler] sebebiyle kendilerine karşılığını verecektir.

139- "Bu sağmal hayvanların karınlarında bulunanlar, yalnızca erkeklerimiz içindir; eşlerimize haram kılınmıştır¹" dediler. Eğer, [karınlarında bulunan] ölü olursa bunda onlar [kadın ve erkek hepsi] ortakmış. [Allah] onların yakıştırmasının karşılığını verecektir. Gerçekten o, hakimdir/hikmetlidir, bir devamlı bilendir.

¹: bu ifade onların ataerkil bir toplum olduklarını gösteriyor. Kur'an'da kadınlara yönelik pozitif ayrımcılıklara bakarken, kur'an'ın hitap ettiği toplumun ataerkil olduğunu göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekiyor.

140- Evlatlarını akılsızca, bilgisizce öldürmüş ve Allah'ın kendilerine rızık ettiklerini, Allah'ın üzerinden bir uydurma yoluyla haram etmiş olanlar kaybetmiştir. Onlar yoldan sapmıştır ve [en başından beri] doğru yolu bulanlardan değillerdi.

141- Çardaklı ve çardaksız cennetleri [bahçeleri]; hurmaları, tarımı, farklı farklı yiyeceklerini; benzeyen ve benzemeyen zeytini ve nar'ı inşaa eden o'dur. Ürün verdiği zaman onların ürünlerinden yiyin ve hasat [kesip toplama] günü, [ürünlerin] hakkını (sadakasını) verin ve israf etmeyin. Gerçekten o, israfçıları sevmiyor.

142- Sağmal hayvanlardan¹ bir yük taşıyıcı ve döşek olarak [inşaa eden o'dur]. Allah'ın size rızık ettiklerinden yeyin, şeytanın izlerine bağlı olmayın. Kesinlikle o [şeytan], size apaçık bir düşmandır.

¹: "enam =انعام" kelimesi ile, deve, koyun, keçi, inek gibi sağmal hayvanlar kasıt ediliyor. Enam 143-144 ayetlerinde, "enam" kelimesinin bu sayılan hayvanlardan olduğunu söylemesi ve Nahl 66. Ayette bunların sağım hayvanı olduğunu söylemesi, bunu ispatlıyor.

143-144- Sekiz sınıfı¹ [inşaa eden o'dur.]² Koyundan iki, keçiden iki... "İki erkeği mi? Yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinin onun üzerine sarıp sola bıraktığı³ ne ise onu mu haram etmiş? Eğer dürüst idiyseniz bana herhangi bir bilgiyle haber verin!" de. Bir de deveden iki ve inekten iki [toplamda sekiz sınıfı inşaa etti].⁴ "İki erkeği mi? Yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinin onun üzerine sarıp sola bıraktığı ne ise onu mu haram etmiş? Yoksa, Allah bunu vasiyet ettiği o vakit siz şahitler miydiniz?" de. O halde, herhangi bir bilgi olmaksızın insanlara yolu kaybettirmek için Allah'ın üzerinden bir yalan uydurmuş kimseden daha zalim kimdir? Gerçekten Allah, zalimler milletine yol göstermez.

¹: "ezvac=أزواج" kelimesi kur'an'da ''sınıf, çeşit" manasında da kullanılmıştır. (vakıa 7 ) Türkçede "çift kişilik" dediğimizde "iki kişilik" olarak anlarız. Ancak, bu kelime arapçada tek kişi için bile kullanılabilir. (kurtubi)

²: "semaniyete=ثمانيةَ" kelimesi 141. ayetteki "inşaa etti" fiili sebebiyle mensuptur.

³: "iştemelet=اشتملت" fiili, "sarıp sola bırakmak" manasındadır. Mesela aynı kelime ile (الاشتمال بالثوب) denilir ki "insanın, onu [elbiseyi] sarıp, sol tarafına bırakması" manasındadır (müfredat: شمل)

⁴: "koyundan iki," ifadesine bağlıdır. (Müşkül i'rab-ul kur'an)

145- "Bana vahiy edilenlerde '[Kendiliğinden] ölmüş veya akan kan veya domuzun eti -ki kesinlikle o kirlidir- veya kendisiyle Allah'ın haricinde [bir şey adına] kesilen bir 'haddi aşma sebebi' olmadığı sürece onları [sağmal hayvanları] yiyen bir yiyiciye haram kılınmış [bir şey] bulamıyorum." de. Artık, sınırı aşmayı istemeksizin ve düşmanlık etmeksizin (bunları yemeye) mecbur kalmış kimse [bilsin ki] kesinlikle RAB'bin çok bağışlayandır, rahimdir.

146- Sadece¹ yahudiliği seçmiş olanlara her pençe/tırnak² sahibini haram ettik. İnekten ve koyundan, yani o ikisinin iç yağını da haram ettik. Ancak, o ikisinin sırtlarının veya bağırsaklarının taşıdığı veya kemiğe karışan [yağ] hariç [bunları haram etmedik]. İşte bu [haramlar] ölçüyü kaçırmaları nedeniyle kendilerini cezalandırmamızdır ve kesinlikle biz, doğru söyleyenleriz.

¹: "ale=على" harfinin başa gelmesi, olayın sadece onlara mahsus olduğunu ispatlıyor. Eğer cümle "ve harramne ale-lleziyne hedu=و حرمنا على الذين هادو" şeklinde olsaydı, bu olayın onlara mahsus olmadığını söylemek mümkün olurdu. (bkz: hasr edatı)

²: kelime iki anlama da gelebilir. (müfredat : ظفر)

147- Artık, seni yalanladılar ise "RAB'biniz geniş bir rahmet sahibidir. Onun perişan edişi [azabı] suçlular milletinden geri çevirilmiyor." de.

148- Şirk koşmuş [Allah'a ortak kabul etmiş] olanlar "Allah [zorlamayı] tercih etmiş olsaydı biz ve atalarımız şirk koşmazdık [ona ortak kabul etmezdik]. Hiçbir şeyi de haram etmezdik." diyecekler. İşte, kendilerinden öncekiler de perişan edişimizi [azabımızı] tadıncaya kadar bunun gibi yalanladı. "Yanınızda herhangi bir bilgiden [bir eser] varsa, bizim için [ortaya] çıkarın." de. Ancak zanna bağlı oluyorsunuz, siz ancak saçmalıyorsunuz.

149- "Yeterli hüccet [delil] sadece Allah'a aittir." de. Allah [zorlamayı] tercih etseydi, mutlaka size topluca doğru yolu gösterirdi.

150- "Hadi, ''Allah bunu haram etti'' diye şahitlik eden şahitlerinizi getirin!" de. Şahitlik ederlerse onlarla birlikte şahitlik etme! Ayetlerimizi [mucizelerimizi] yalanlamış olanların ve ahirete [son hayata] inanmayanların keyiflerine bağlı olma. Hemde onlar RAB'lerine adil/denk tutuyorlar.

151-153- "Hadi gelin, RAB'biniz size neyi kutsal/vacip¹ yaptıysa onu okuyayım: ona herhangi bir şeyi ortak yapmamanız, anneye-babaya iyilik etmeniz, çocuklarınızı fakirlikten öldürmemeniz," -(çünkü) sizi ve onları biz rızıklandırıyoruz biz!- "Çirkin işlere (fuhuşlara) açığına ve kapalısına yaklaşmamanız, Allah'ın haram ettiği herhangi bir canlıyı haksız yere öldürmemeniz [kutsaldır]. İşte bu, kendisiyle size vasiyet ettiğidir. Akıl etmeniz beklenir. Bir de yetimin malına, kendisi şiddetine (rüşd çağına)² ulaşıncaya kadar ancak en güzel şekilde yaklaşmanız, ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle tam yapmanız [kutsaldır]." de. Herhangi bir canlıya kendi genişliğinden [gücünden] başka [görev] yüklemeyiz. Konuştuğunuz zaman, yakınlık sahibi (birinin aleyhine)³ olsa bile, adil olun. Allah'ın anlaşmasına vefa gösterin. İşte bu, öğüt alırsınız diye kendisiyle size vasiyet ettiğidir. Kesinlikle bu sapasağlam olarak benim doğru yolumdur.⁴ O halde ona bağlı olun. (Farkl) yollara bağlı olmayın, aksi takdirde sizi onun yolu konusunda gruplaştırır. İşte bu, korunup sakınırsınız diye kendisiyle size vasiyet ettiğidir.

¹: "haram =حرم" kelimesi dilimizde "yasaklı" manasında kullanılmakta, ancak arapçada daha geniş kapsamlı bir kelimedir. Örneğin kur'an, kabeye "mescidi haram" der. "girilmesi yasak, dokunulması yasak ibadethane" manasında değildir. "kutsal kılınmış ibadethane" manasındadır. Ayrıca, bu kelimenin "vacip [şart]" manasında olduğu da söylenmiş ve şu ifade örnek verilmiştir: (فان حراما لا أرى الدهر باكيا على شجوه إلا بكيت على عمرو) "Ömür boyu ne zaman onun üzüntüsüne ağlayan birini görürseme Benim de Amr’a ağlamam vaciptir." (Enbiya 95-100 zad'ul mesir)

²: "eşudde=اشد" ile Nisa 6. Ayetteki rüşd yani aklen olgunluk çağı anlatılıyor.

³: bu ayeti Nisa 135. Ayet tefsir etmektedir. Bu nedenle çeviriye bu ifadeler yazıldı.

⁴: ayetler birbirini tefsir ederler. Fatiha 5. Ayette anlatılan "sıratı müstakim" bu üç ayette sayılan emir ve yasaklardır.

154- Dahası, güzellik etmiş¹ olana (nimeti) tamamlamak için, her şeye bir açıklama olarak, bir doğru yol rehberi (hidayet) ve rahmet olarak Musa'ya kitabı verdik. Onların RAB'lerinin karşılaşmasına (mahşere) inanmaları beklenir.

¹ "Güzellik etmiş olanlara" şeklinde çoğul olarak "ellezine ahsenu=الذين احسنو" şeklinde de okunmuştur. (Zamahşeri:keşşaf)

155- Bu [kur'an]¹, kendisini indirdiğimiz mübarek bir Kitaptır. O halde, ona bağlı olun ve korunup sakının. Rahmet olunmanız beklenir.

¹: Zamirin Tevrata işaret etmesi mümkün değildir. Çünkü tevrat dişi; kur'an ise eril bir kelimedir. İşaret eril geldiğine göre en yakındaki eril kelimeye yani vahye/kur'an'a işaret eder.

156-157- "Kitap, sadece bizden önceki iki takıma indirildi ve kesinlikle biz onların öğretilerinden gerçekten bihaberdik." dememeniz için¹ veya "Şayet kitap bize indirilseydi mutlaka onlardan daha çok doğru yolda olurduk" dememeniz için [kur'an'ı indirdik]². Artık RAB'binizden size bir açık kanıt, bir doğru yol rehberi (hidayet) ve bir rahmet gelmiştir. Artık, Allah'ın ayetlerini [mucizelerini] yalanlamış ve onlardan şiddetle kaçınmış kimseden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden [mucizelerimizden] şiddetle kaçınanlara, şiddetle kaçınmakta olmalarından dolayı azabın kötüsü [ile] karşılık vereceğiz.

¹: birebir çeviri yapılsa "....dersiniz diye" şeklinde yazılırdı. Ancak mana olarak "dememeniz için" [الا تقولو] olduğu için böyle çeviri yapıldı.

²: baştaki (أن) önceki ayetteki (انزلنا) yani "indirdik" fiiline bağlıdır.

158- Meleklerin gelmesinden veya RAB'binin gelmesinden¹ veya RAB'binin bazı ayetlerinin[mucizelerinin] gelmesinden başkasını beklemiyorlar². RAB'binin bazı ayetlerinin geldiği gün, daha önce hiç inanmamış veya (inanıp da) inancında herhangi bir iyilik elde etmemiş herhangi bir canlıya inancı fayda sağlamaz. "Bekleyin. Gerçekten biz de bekleyiciyiz." de.

¹: Bu ifade "RAB'binin emrinin gelmesinden" manasında olup, muzaf olan "emir=امر" kelimesi hazf edilmiş olabilir. Tıpkı "Ben RAB'bime gidiciyim" (Saffat 99) âyetinin aslında "Ben RAB'bimin emrine gidiciyim" manasında olması gibidir.

²: baştaki (هل) soru bildirir. Ancak, devamında (إلا) edatı, bunun (ما) manasında olduğunu gösteriyor. Zaten çoğu Ayette soru, red etme manasında kullanılıyor. Buna "istifhamı inkari" denir.

159- Gerçekten, dinlerini gruplaştırmış ve taraftarlar olmuş [kimselere gelince] Kesinlikle herhangi bir şey konusunda, sen onlardan değilsin. Onların işi, sadece Allah'a kaldı. Sonra, [Allah] yapmakta oldukları(şeyler) kendilerine haber verir.

160- Kim herhangi bir güzellik [meydana] getirirse onun [getirdiği güzelliğin] on misli kendisi için vardır; kim, herhangi bir çirkinliği [kötülüğü meydana] getirirse ancak onun [o kötülüğün] misli olarak karşılık bulur. Hemde kendileri zulüm olunmaz bir haldedirler.

161- "Gerçekten, RAB'bim beni dosdoğru bir yola; ayakta bir dine iletti. Yani hanif [doğruya meyil etmiş] İbrahim'in dini görüşüne... O, müşriklerden [Allah'a ortak kabul edenlerden] değildi." de.

162-163- "Kesinlikle benim yönelişim(namazım), ibadetim [kurbanım], yaşamım ve ölümüm, alemlerin [varlıkların] RAB'bi Allah içindir, Onun hiçbir ortağı yoktur. İşte bununla emir olundum ve ben müslümanların önderiyim¹" de.


¹: çoğu mealde bu kelimeye "ilk" manası verilse de, bir Arapça sözlük yazarı olan Ragıp isfehani, bu ayetleri "ben Müslümanların önderi, imamı, kendisine bağlı olduğu kişiyim" diye açıklamaktadır (müfredat : أول)

164- "Kendisi her şeyin RAB'bi iken Allah'tan başka bir RAB mi arayayım?" de. Her bir canlı ancak kendisine kazanıyor. Herhangi bir yüklenici (günahka) diğerinin yükünü (günahını) yüklenmez. Sonra dönüş yeriniz sadece RAB'binizedir. Ardından, kendisinde ayrılığa düşmekte olduğunuz konuda size haber verir.

165- Sizi, yerin [dünyanın] halifeleri seçen ve size verdikleri hakkında sizi sınamak için derecelerle sizi birbirinizden üstün kılan o'dur. Kesinlikle RAB'bin, sonucu seri olandır. Kesinlikle o, mutlaka çok bağışlayandır, rahimdir

3.501 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page