top of page
Yazarın fotoğrafıHubeyb Öndeş

18- Kehf suresi (Hubeyb öndeş meali)

Güncelleme tarihi: 7 Ara 2020

1-2-3- Övgü, kitabı kuluna indiren, ona [kitaba] herhangi bir eğrilik(hata) koymayan, kendi katından şiddetli bir perişanlık (azap) için¹ uyarsın ve düzgün-iyi eylemlerde bulunan o inançlılara, kendileri için, içinde ebedi olarak sakince kalacakları güzel bir ödül olduğunu müjdelesin² diye onu en doğru [yapan]³ olan Allah'adır.

¹: ayette (إنذار) mastarından olan (انذر) fiili, iki meful [nesne] alır. İkinci meful hazf edilmiştir [atılmıştır]. (Zamahşeri:keşşaf) yani "kendisinin katından şiddetli bir keder (azap) için korkutsun" ifadesine "neyi korkutsun?" sorusu sorulur. Buradan hazf edilen ikinci meful [nesne] olan (الذين كفرو) ["gerçeği örten kimseler"] ifadesi anlaşılır. Bu durumda "kafirleri uyarsın" anlamında olur.

²: buradaki (ببشّر) fiili (يبشر) şeklinde şedde olmaksızın da okunmuştur. (Zamahşeri:keşşaf) ilkinde "müjdelemek" diğerinde "sevindirmek" manasındadır. (müfredat : بشر)

³: buradaki (قيماً) kelimesi gizli bir (جعله) fiili ile mensuptur. (kadı beydavi, Zamahşeri:keşşaf)

4-5- bir de, "Allah bir çocuk edindi" demiş olanları uyarsın diye... Ne onlara ne de atalarına o konuda hiçbir bilgi yoktur. Ağızlarından çıkan bir kelime¹ olarak [o sözleri] ağırdır! Bir yalandan başkasını söylemiyorlar!

¹: "kelimeten=كلمة" ifadesi temyiz olarak mensuptur. Cümleye daha kuvvetli bir anlam katar. (كلمةٌ) şeklinde de okunmuştur (zamahşer:keşşaf) bu kıraat'te "ağızlarından çıkan kelime, ağırdır!" manasındadır.

6- Eğer bu söze (kur'an'a) hiç inanmazlarsa onların tercihleri üzerine kendi benliğini mahvedeceksin [diye] bekliyorlar.¹

¹: ayetteki (لعل) kelimesi, beklenti bildiren bir kelimedir. Buradaki beklenti, insanlar tarafından olan bir beklentidir. Hud 12. ayetin dipnotuna bakınız)

7- Gerçekten biz, yerin üzerinde [yeryüzünde] kendisine bir süs olarak ne varsa, [hepsini] eylem bakımından onların [insanların] hangisinin daha güzel olduğunu sınamak için yaptık.

8- Gerçekten biz, onun [yerin] üzerinde ne varsa, [hepsini] mutlaka kuru, bitkisiz bir toprak yapıcıyız.

9- Yoksa kehf ve rakim ashabının[dostlarının] şaşılacak ayetlerimizden[kanıtlarımızdan] olduğunu mu sandın?

10- Hani (o) gençler, dağdaki geniş¹ mağaraya sığınıp "RAB'bimiz! Senin tarafından bize bir rahmet ver, işimizden bir doğruluk hazırla." demişlerdi.

¹: ayetteki (كهف) kelimesinin manası dağdaki geniş mağaradır. (Zamahşeri:keşşaf)

11- Ardından, dağdaki geniş mağarada senelerce kulaklarının üzerlerine (ses) vurduk.¹

¹: Konuyla ilgili şu açıklamayı okuyabilirsiniz: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2019/02/114-bunun-uzerine-yillarca-magarada-kulaklarina-vurduk-kehf-11-ayeti-bize-ne-diyor/

12- Sonra iki ekibin hangisinin, süre bakımından ne kadar kaldıklarını daha iyi hesap edeceğini bilmek için onları dirilttik [uyandırdık¹].

¹: buradaki (بعث) fiili, özünde "harekete geçirip yönlendirmek, diriltmek" manasında olsa da (müfredat : بعث) Tıpkı Enam 60. Ayette olduğu gibi "uykudan uyandırmak" manasında kullanılmıştır.

13- Onların haberlerini hak olarak [gereğince] sana biz anlatıyoruz: Gerçekten onlar, RAB'lerine inanmış bir takım gençlerdir. Hidayet [doğru yolu bulma] bakımından onları artırdık.

14-15- Kalplerini (inanca) sıkıca bağladık¹. Bir vakit, kalkıp "RAB'bimiz göklerin ve yerin [tüm evrenin] RAB'bidir. Ondan beride herhangi bir Tanrıya asla dua etmeyeceğiz. Yemin olsun ki [bunu yaparsak] o zaman elbetteki [gerçeğe] uzak olarak konuşmuş [oluruz]." demişlerdi. "Bunlar, yani milletimiz ondan [Allah'tan] beride Tanrılar edindi. Onlara karşı apaçık bir delil getirselerdi ya? O halde, Allah'ın üzerinden bir yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir?"

¹: "rabt=ربط" fiili, atı korumak için sıkıca bağlamaktır. (müfredat: ربط) sanki bu kelime ile "inançları kaçmasın diye kalplerine sıkıca bağladık," denilmiş gibidir.

16- "Onlardan ve onların Allah'tan beride kulluk ettiklerinden kaçınmıştınız. Artık dağdaki geniş mağaraya sığının da [Allah] kendisinin rahmetinden size (nimetler) yaysın ve size emrinizden/işinizden işe yarar şeyler hazırlasın."

17- Onlar, ondan [dağdaki mağaradan] geniş bir alanda iken, Güneşi, doğduğu zaman, onların dağdaki geniş mağaradan sağ tarafa meyil ederken ve battığı zaman da onları sol tarafa makasladığını[onları teğet geçtiğini] görürsün. İşte bu, Allah'ın ayetlerinden[mucizelerindendir]. Kime yol gösterirse, artık o yol bulanın ta kendisidir. Kime yolu kaybettirirse ona doğruluğu gösteren bir veli asla bulamazsın.

18- Onlar hafif/tatlı uykuda olduğu halde, onları uyanık sanarsın. Onları, sağ tarafa ve sol tarafa çeviriyoruz. Köpekleri, girişte/eşikte iki kolunu uzatmış(tı). Şayet, Onların üzerine dikilip baksaydın, mutlaka kaçarak onlardan yüz çevirirdin ve onlardan yana bir kan dondurucu bir korku doluverirdin.

19-20- İşte bunun gibi, aralarında sorsunlar diye onları dirilttik [uyandırdık]. Onlardan bir sözcü, "kaç (süredir bu halde) kaldınız?" dedi. "bir gün veya bir günün bir kısmı..." dediler. (diğerleri) "kalış[zaman]ınızı RAB'biniz en iyi bilendir." dediler. "Şu gümüş parayla birinizi şehire gönderin, yiyecek olarak hangisi daha temiz ise bakıp araştırsın, ondan[yiyecekten] bir rızkı bize getirsin. Nazik davransın ve sizi birine fark ettirmesin. Kesinlikle, eğer onlar sizi öğrenirlerse sizi recm ederler [taşlarlar] veya kendi dini görüşlerine tekrar döndürürler. O zaman da ebedi olarak asla başarılı olamazsınız. "

21- İşte bunun gibi, Allah'ın, verdiği sözünün Hak [gerçek] olduğunu ve saat'in, kendisinde hiçbir şüphe olmadığını bilsinler diye, onlar kendi aralarında işlerini çekişirlerken, onları rastlattık. "Onların üzerine bir binayı bina edin. RAB'leri onları en iyi bilendir." dediler. İşlerinin üzerine galip olan kimseler "onların üzerine mutlaka bir ibadethane yapacağız." dediler.

22- "[Sayıları] üçtür, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. Gayb'ı taşlar [kafadan atar]¹ bir halde "beştir, altıncıları köpekleridir." diyecekler. "yedidir, sekizincileri köpekleridir." diyecekler². "RAB'bim onların sayısını en iyi bilendir." de. Onlar ancak pek az biliyorlar. O halde, onlar [mağara dostları] hakkında şüpheli tartışmaya girme.³ Ancak açık bir tartışma [konusu olursa] müstesna. Onlar [mağara dostları] hakkında, onlardan hiçbirine fetva sorma.

¹: Gaybı taşlamak, "zanna dayalı konuşma, kafadan atma" manasında bir ifadedir. (keşşaf sahibi,)

²: Ayet, özetle boş ve işimize yaramayacak şeyler hakkında tartışmaya girmenin, konuşmanın tamamen anlamsız olduğunu söylüyor. Ashabı kehf'in sayısının bize dünyevi veya uhrevi açıdan hiçbir faydası yoktur. Allah, bu tartışmaya son vermek için onların bu söylemlerini eleştiriyor, elçinin üzerinde hepimize bu tartışmayı yasaklıyor.

³: hakkında şüphe bulunan bir konuda tartışmaya (مماراة) denilir. (müfredat: مري) ayetin devamındaki ifade de bu manayı doğruluyor.

23-24- Herhangi bir şey için, Allah'ın tercih etmesi durumu müstesna¹, sakın "kesinlikle ben, bunu yarın yapacağım." deme! Unuttuğun zaman RAB'bini anıp hatırla, "RAB'bimin beni bundan daha yakın bir doğruluğa yumuşakça iletmesini umarım²" de.

¹: buradaki istisna, önceki 23. Ayetteki yasaktan olan bir istisnadır (keşşaf sahibi). Yani "Allah, tercih etmediği sürece, sana müsaade etmediği sürece, sakın bunu söyleme" manasındadır.

Bu Ayette hazf edilmiş ifadeler bulunduğu ve buna göre ayetin bu kısmının (إلا أن تقول إلا أن يشاء اللّه؛) manasında olduğu da söylenmiştir (kurtubi)

Buna göre ayetin ilgili kısmının meali şöyle olur: "sakın ''kesinlikle ben, bunu yarın yapacağım" deme! Ancak, "Allah'ın tercih etmesi durumu müstesna (inşallah)" demen müstesna"

²: (Müfredat: عسى)

25- Bir de "Dağdaki geniş mağaralarında üç yüz sene kaldılar, dokuz [sene] artırdılar." [dediler]¹

¹: Bu ayetteki ifadeler 22. ayetle bağlantılı olarak onların söylediği sözlerin devamıdır. Bir başka okuyuşta bu ayetin "Onlar dediler ki :" [قالوا] şeklinde başlayıp devam etmesi de bu anlamı doğruluyor (zamahşeri:keşşaf, kurtubi)

26- "Ne [kadar] kaldıklarını Allah daha iyi bilir." de. Göklerin ve yerin [tüm evrenin] gayb'ı [gizliliği] Allah'ındır. Ne  enteresan görendir o! Ne enteresan işiten! Onlara, ondan [Allah'ın] beride hiçbir veli yoktur. Kendi hükmünde kimseyi ortak etmez.

27- RAB'binin kitabından sana vahiy edilen ne ise onu okuyup teşvik et. Onun kelimeleri için hiçbir değiştirici yoktur ve ondan beride hiçbir dayanak asla bulamazsın.

28- Günün başında ve akşamda RAB'lerine, onun yüzünü [kendisini] isteyerek dua edenlerle beraber nefsini tut [sabır et]. İki gözünü dünya [ilk] hayatının süsünü isteyerek onlardan ayırma. Kendisinin kalbini, hatırlatmamız (zikrimiz) konusunda bihaber yaptığımız, keyfine uyan ve işi ilerilik/aşırılık olmuş kimselere gönülden itaat etme.

29- "Hak [gerçek] RAB'binizdendir." de. Artık, kim tercih ederse inansın; kim tercih ederse gerçeği örtüp göz ardı etsin¹. Gerçekten biz çadırı-kenarı kendilerini kuşatan bir ateşi zalimler için hazırladık. Eğer, yağmur-yardım isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri yakan bir suyla kendilerine yağmur-yardım verilir. Ne kötü içecektir! Ne kötü bir yaslanacak yerdir!

¹: İradenin olduğuna en açık delil.

30- Gerçekten, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlar [bilsinler ki] kesinlikle biz, eylem bakımından güzellik-iyilik eden kimse[ler'in] ödülünü yok etmeyiz.

31- İşte onlara, alt taraflarından ırmaklar akan, içinde gümüşten ve altından süslenip güzelleşecekleri, ince kumaştan ve kalın kumaştan yeşil kıyafetler giyecekleri, içinde döşenmiş tahtlar üzerine kurulacak oldukları Adn cennetleri vardır. Ne güzel, eylem getirisidir! Ne güzel bir yaslanacak yerdir!

32- Onlara, örnek olarak iki adamı örneklendir: ikisinden birine, üzümden iki cennet [bahçe] yaptık, O ikisini [iki bahçeyi] hurmalarla çevreledik ve ikisinin arasına ekin yaptık.

33- Her iki cennet [bahçe], kendi yiyeceğini verdi, ondan [yiyeceğinden] yana, hiçbir açıdan hiç zulüm etmedi [eksiltmedi]¹ ve aralarından bir ırmak fışkırttık.

¹: (müfredat : ظلم)

34- Onun [o iki adamdan birinin] bir ürünü vardı. Dostuna, onunla kendisi sohbet halindeyken "Mal bakımından senden daha çoğum ve sayıca¹ daha üstünüm." dedi.

¹: "erkek çocuklar" kasıt edilmiş de olabilir. (zamahşeri:keşşaf)

35-36- Kendi canına zalim bir halde cennetine [bahçesine] girip "Bunun [bu bahçenin] ebedi olarak dağılıp biteceğini düşünmüyorum ve saat'in (kıyametin) ayağa kalkacağını [gerçekleşeceğini] düşünmüyorum. Şayet, gerçekten RAB'bime iletilirsem, döndürülüş bakımından mutlaka bundan [bu bahçeden] daha iyisini (hayırlısını) bulurum" dedi.

37-41- kendisiyle sohbet etmekte olan dostu "Seni topraktan, sonra bir damladan(zigottan)¹ yaratan sonra seni bir adam olarak düzenleyene [RAB'bine] mi nankörlük ettin? Fakat O Allah benim RAB'bimdir ve RAB'bime kimseyi ortak kabul etmiyorum. Cennetine [bahçene] girdiğin zaman, ''Maşallah [Allah'ın tercih etmesi]! Allah'tan başka asla kuvvet yoktur.'' demen gerekmez miydi? Eğer, mal ve evlat bakımından beni senden daha az görüyorsan, artık RAB'bimin bana senin cennetinden[bahçenden] daha iyisini (hayırlısını) vermesini, onun [senin bahçenin] üzerine gökten bir hesap (yazgı) göndermesini, böylece [bahçenin] kaygan-bitkisiz bir toprak halinde sabahlamasını ya da [bahçenin] suyu batmış bir halde sabahlamasını ardından onu istemeye (dahi) senin gücünün asla yetmemesini umarım." dedi.


¹: Nahl 4. Ayetin dipnotuna bakınız.

42- Ürünü (afetle) kuşatıldı, [bahçesi] üzerine çatıları-çardakları çökmüş bir haldeyken onun içine [bahçesine] yaptığı harcamalar üzerine avuçlarını döndürüyor [pişmanlık duyuyor¹] ve "Keşke RAB'bime kimseyi hiç ortak kabul etmeseydim!" diyordu.

¹: pişmanlıktan kinaye bir ifadedir. (keşşaf sahibi)

43- Ona, Allah'tan beride kendisine yardım eden herhangi bir takım da olmadı, kendisi yardım bulan da değildi.

44- Orada(o noktada), velayet¹ Hak [gerçek] olan Allah'ındır. O, eylemin getirisi olarak en iyisidir (hayırlısıdır), sonuç bakımından da en iyisidir (hayırlısıdır).

¹: burası "velayet=ولاية" yardım etme ve veli edinme ; "vilayet=ولاية" mülk ve sultanlık manasına gelir. Bu ayet Her iki şekilde de okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf, kurtubi)

45- Onlara dünya [ilk] hayatının örneğini ver: [ilk hayat], kendisini gökten indirdiğimiz bir su gibidir. Yerin [toprağın] bitkisi, kendisiyle [o suyla] karıştı. ardından [bitki], rüzgarın kendisini tozutup savurduğu bir çer-çöp olarak sabahladı. Allah, [en başından beri] her şeye iktidarlıdır.

46- Mal ve çocuklar dünya [ilk] hayatının süsüdür; Kalıcı olan düzgün [işler] ise, eylemin getirisi olarak RAB'binin katında daha iyidir (hayırlıdır) ve emel bakımından daha iyidir (hayırlıdır).

47- Dağları gezdireceğimiz¹, yeri [yeryüzünü] bariz [her şeyi ortada] olarak göreceğin ve onları sürüp toplayacağımız günü [an!] Artık onlardan hiçbir kimseyi geride bırakmayız..

¹: "gezdiririz" (نسير) ifadesi, meçhul formu ile "gezdirilir" (تُسير) şeklinde de okunmuştur. (keşşaf sahibi, kurtubi) ayrıca "görürsün" (ترى) ifadesi meçhul formu ile "görülür" (تُري) şeklinde de okunmuştur. (keşşaf sahibi) benzeri birkaç okuyuş daha mevcuttur. (keşşaf sahibi, kurtubi)

48- Sıra halinde RAB'bine sunuldular, "Elbetteki, sizi ilk defasında yarattığımız gibi, bize gelmiş [bulunuyorsunuz]. Aksine, sizin için söz verilmiş bir zamanı (kıyamet gününü) asla yapmayacağımızı iddia etmiştiniz." [denildi]¹

¹: hazf edilmiş [atılmış] bir (قيل لهم) yani "kendilerine...denildi" ifadesi vardır.

49- Kitap, (ortaya) koyuldu. Suçluları, onun [kitabın] içindekilerden endişeli bir halde ve "Vay halimize! Neyi var bu kitabın? Ne küçük, ne büyük [hiçbir şey] geride bırakmıyor. İllaki [hepsini] hesaplamış." derken görürsün. Eylemlerini hazır halde buldular. RAB'bin kimseye zulüm etmiyor.

50- Hani meleklere "Adem'e secde edin." demiştik, hemen secde ettiler. Ancak, cinlerden olan iblis [secde etmedi]. Ardından RAB'binin emri konusunda haddini aştı. Artık siz onu [şeytanı] ve onun soyunu mu benden beride veliler ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandır. Zalimler için ne kötü bir değiştirme!

51- Onları; göklerin ve yerin [tüm evrenin] yaratılışına ve kendilerinin yaratılışına şahit etmedim. Yolu kaybettirenleri [en başından beri] sağ kol¹ [yardımcı] edinecek değildim.

¹: Buradaki (عضد) kelimesi, bilinen "kol" manasındadır, ancak "yardımcı" anlamında istiare edilir (müfredat :عضد) Türkçede yardımcı kişiye "sağ kol" denildiği gibi…

52- "İddia ettiğiniz ortaklarıma seslenin." diyeceği günü [an]!¹ Hemen onları [ortak koştuklarını] çağırdılar, [ortak koştukları] kendilerine hiç cevap vermeyi dileyemediler. Aralarında bir helak olma yeri meydana getirdik.

¹: "gün" [يوم] kelimesi gizli bir "An, hatırla" [أذكر] emriyle mensuptur.

53- Suçlular ateşi gördüler. Kendilerinin ona düşecek olduklarını düşündüler ve ondan [ateşten] hiç geri çevirme yeri bulamadılar.

54- Elbetteki, bu kur'an'da her bir örnekten [birkısmını]  insanlar için halden hale çevirip açıkladık. İnsan [en başından beri] tartışmaya her şeyden daha çok [isteklidir].

55- Doğru yol rehberi kendilerine geldiği zaman, İnsanları inanmaktan ve RAB'lerinden bağışlanma istemekten ancak öncülerin-öncekilerin kanununun kendilerine gelmesini veya azabın açıkça¹ kendilerine gelmesini [beklemeleri] engelledi

¹: Buradaki ifade (قُبلا), (قِبَلا)ve (قَبَلا) şeklinde de okunmuştur (Zamahşeri:keşşaf) Mealde (قِبَلا) şeklinde olan okuma tercih edildi. Manası "açıkça, gözler önünde" demektir. (müfredat : قبل)

56- Gönderilenleri, ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Gerçeği örtmüş olanlar, hakkı [gerçeği] onunla [yalanla] çürütmek için yalanla (hakka karşı) mücadele ediyorlar. Ayetlerimi ve uyarıldıkları [şeyi] bir maskara edindiler.

57- RAB'binin ayetleri ile öğüt alıp da ondan [ayetlerden] vazgeçmiş ve iki elinin önden hazırladığı [şeyleri] unutmuş kimselerden daha zalim kimdir? Gerçekten biz, onu anlarlar diye onların kalplerinin üzerine kalkanlar yaptık ve kulaklarının içine bir ağırlık-sağırlık yerleştirdik. Eğer onları doğru yol rehberine davet edersen o zaman ebediyen asla doğru yol bulamazlar.

58- Halbuki RAB'bin çok bağışlayandır, rahmetin sahibidir. Şayet, onları elde ettikleri [şeyler] sebebiyle yakalıyor olsaydı, azabı mutlaka onlar için acele ettirirdi. Hayır! Onlar için söz verilmiş bir zaman vardır, ondan [Allah'tan] beride kaçıp sığınacak yer asla bulamayacaklar.

59- İşte bu, kendilerini zulmettikleri zaman helak etmiş olduğumuz kentlerdir. Helak olma zamanları için, söz verilmiş bir zaman seçtik.

60- Bir vakit Musa, gencine "İki büyük suyun toplanma yerine ulaşıncaya kadar durmayacağım hatta sonsuza dek hareket edeceğim." demişti.

61- İkisi [Musa ve genci] iki denizin toplanma yerine ulaştıklarında, balıklarını ikisi de unuttu. [Balık], suyun içinde aşağı tarafa kendi yolunu tuttu.

62- Geçip gittiklerinde Musa, gencine "kahvaltımızı getir, Elbetteki seferimizden (dolayı) bu yorgunlukla karşılaşmış [bulunuyoruz]." dedi

63- [Genci] "Gördün mü [şu işi]? Kayaya sığındığımız vakit gerçekten ben balığı unuttum. Bana, şeytandan başkası onu yani onu hatırlamamı/anmamı unutturmadı. [Balık] denizde şaşılacak bir halde kendi yolunu edindi" dedi.

64- [Musa] "İşte bu, aradığımızdı." dedi. Hemen izlerini sürerek geriye döndüler.

65- Ardından o ikisi, kullarımızdan olan, kendisine katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan bir bilgi öğrettiğimiz bir kul buldular.

66- Musa ona "Doğruluk-olgunluk açısından, sana öğretilen[şeyler]den bana öğretmen üzerine sana uyabilir miyim?" dedi.

67-68- [O kişi] "Gerçekten sen, benimle birlikte herhangi bir sabra asla güç yetiremeyeceksin." dedi. "Haber bakımından kendisini hiç kuşatmadığın (bilmediğin) [bir şey] üzerine nasıl sabredebilirsin?"

69- [Musa] "İnşallah [Allah tercih ederse], beni sabırlı olarak bulacaksın. İş açısından, sana isyan etmem" dedi.

70- [o kişi] "Eğer bana uyacaksan [bil ki] herhangi bir şey hakkında, ben ondan bir hatırlatma olarak sana bahsedene kadar bana sorma" dedi.

71- İkisi [Musa ve o kişi] hemen [yola] koyuldular. Sonunda gemiye bindikleri zaman, [o kişi] onu [gemiyi] bozdu. [Musa] "Onun [geminin] halkını boğmak için mi onu [gemiyi] bozdun? Yemin olsun sen istenmeyen bir şey [meydana] getirmişsin." dedi.

72- [O kişi] "Ben "Gerçekten sen, benimle birlikte herhangi bir sabra asla güç yetiremeyeceksin." demedim mi hiç?" dedi.

73- [Musa] "Unutmam sebebiyle beni (sorumlu) tutma. İşimden [dolayı] beni zora sokma." dedi.

74- İkisi hemen [yola] koyuldular. Sonunda bir oğlanla¹ karşılaştıklarında [o kişi] onu [o oğlanı] öldürdü. [Musa] "Herhangi bir cana karşılık olmaksızın temiz bir canı mı öldürdün? Yemin olsun tanınmayan bir şey [meydana] getirmişsin." dedi.

¹: Bu kelime yetişkin erkek için de kullanılabilir. Örneğin "İhtiyarın görüşü, gencin (*) şahit oluşundan daha hayırlıdır "[رأى الشيخ خير من مشهد الغلام] denilmiştir. (Fahreddin Razi) burada görüleceği üzere, ihtiyarın zıddı olarak kullanılmıştır. (Fahreddin Razi)

75-  [O kişi] "Ben "Gerçekten sen, benimle birlikte herhangi bir sabra asla güç yetiremeyeceksin." demedim mi hiç?" dedi.

76- [Musa] "Eğer, bundan sonra herhangi bir şey hakkında sana sorarsam bana dostluk etme. Elbetteki, benim tarafımdan sana bir özür ulaşmış [bulunuyor]." dedi.

77- İkisi [yola] koyuldular. Sonunda, halkından yemek istedikleri, [halkın da] kendilerini konuklamaya şiddetle karşı çıkmış olduğu bir kent halkına geldikleri zaman devrilmeyi isteyen [devrilmeye ramak kalan] bir yüksek duvar buldular. [o kişi] onu [duvarı] doğrulttu/ayağa kaldırdı. [Musa] "Şayet tercih etseydin, mutlaka ona karşı bir ücret alırdın." dedi.

78- [O kişi] "Bu, benimle senin arandaki ayrılıştır. Kendileri üzerine hiç sabır etmeye güç yetiremediğin [şeylerin] yorumunu sana haber vereceğim." dedi.

79- Gemiye gelince: O, denizde çalışan yoksullara ait idi. Onu, kusurlu yapmayı istedim, gerilerinde [düzgün/sağlam]¹ tüm gemileri gasp ederek alan bir kral vardı.

¹: Ubey b. K'ab kıraat'inde bu ayet (كل سفينة صالحة) şeklindedir (Zamahşeri:keşşaf), mevcut kıraat'te buradaki (صالحة) ifadesi gizlenmiştir. Çünkü "onu kusurlu yapmayı istedim" ifadesi buna işaret ediyor.

80- Oğlana gelince: Onun anne-babası inançlı iki kişiydi. Ardından onları baskı yaparak taşkınlığa ve küfre [gerçeği örtmeye] zorlamasından çekindik.¹

¹: Bu kelimenin "bildik" yerine kullanıldığı da söylenmiştir (Zamahşeri:keşşaf)

Allah'ın kanunu gereğince, terör çıkarmaya çalışmayan, savaş açmayan, herhangi bir insanı öldürmeyen birinin öldürülmesi haramdır. (İsra 33, maide 32, bakara 190-194) ancak bu oğlanın, anne-babasını taşkınlık yaparak insanlara zarar vermeye ve küfre zorlayacak olduğu bilindiği için daha az zararlı olan bir eylem, daha çok zararlı olan bir duruma karşı tercih edilmiştir. Örneğin önceki ayetlerde de gemiyi delmesinin hikmetini anlatmaktadır. Normalde bir insanın malına zarar vermek günahtır, ancak daha büyük bir tehlikeden korumak için daha küçük bir günah tercih edilmiştir. Bu ayetlerden "İki günah arasında tercih yapma zorunluluğu varsa, daha büyük bir günahın/kötülüğün engellenmesi için daha küçük bir günah tercih edilebilir" hükmü çıkmaktadır.

81- "Ardından (manen) temizlik bakımından ondan [öldürülen oğlandan] daha iyisini (hayırlısını) ve rahmet bakımından daha yakınını RAB'lerinin o ikisi için değiştirmesini istedik."

¹: burası şeddeyle (يبدّلهما) şeklinde de okunmuştur (zamahşeri:keşşaf) mevcut kıraat'te if'al formundan; verdiğimiz kıraat'te ise tef'il formundan geliyor. İki formun da verdiği anlam aynıdır.

82- "Yüksek duvara gelince: O, şehirdeki iki yetim oğlana aitti. Onun altında o ikisine ait bir hazine vardır ve o ikisinin babası düzgün-iyi biriydi. RAB'bin o ikisinin [iki oğlanın] şiddetine (olgunluk çağına) ulaşmalarını ve RAB'binden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmaya çalışmalarını istedi. Ben, onu kendi işim olarak yapmadım. İşte bunlar, kendileri üzerine hiç sabra güç yetiremediğin [şeylerin] yorumudur." [dedi].

83- Sana Zülkarneyn'den(iki nesil sahibinden)¹ soruyorlar. "Size karşı ondan yana bir hatırlatma okuyacağım." de.

¹: "Zülkarneyn=ذو القرنين" özel isimdir. (müfredat : قرن) bu adı almasının sebebi hakkında ve bu kişinin kim olduğu hakkında pek çok görüş vardır. (bkz: mevdudi, kadı beydavi, zamahşeri:keşşaf) onun zamanında iki nesil geçtiği için bu adı aldığı da söylenmiştir. O iki neslin, Türkler ve rumlar olduğu da bildirilmiştir (zamahşeri:keşşaf) bu kişinin peygamber olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin Razi) bu bilgilere göre, bu kişi Türklere gelmiş bir peygamber olabilir.

84- Gerçekten biz, onu yerde [dünyada] yerleştirdik ve ona her şeyden bir sebep[vasıta/araç]¹ verdik.

¹: kendisiyle bir şeye ulaşılan her şeye, araca, alete, bilgiye "sebep =سبب" denilir. (zamahşeri:keşşaf, kurtubi, müfredat : سبب)

85- bir sebebe [vasıtaya/araca] uydu.

86- Sonunda güneşin batış zamanına¹ ulaştığı zaman, onu karanlık sıcak bir çamurlu gözün (deliğin)² içine batıyor olarak³ buldu⁴ [gördü]⁵. Bir de yanında bir halk buldu. "Ey Zülkarneyn(iki nesil sahibi)! Azap etmekte de serbestsin; onların içinde güzellikle tutmakta da serbestsin" dedik.

¹: "magrib=مغرب" mimli mastar, ismi zaman ve ismi mekan olarak üç şekilde de anlaşılabilir. Çünkü bu üçünün de kalıbı aynıdır. Yani bu ifade "Güneşin batışına", "güneşin batma zamanına" ve "güneşin batma yerine" olarak üç farklı şekillerde anlaşılabilir. Bu ifade şu şekillerde anlaşılabilir: 1- buradan kasıt edilenin kara delik olduğu söylenmiştir. Buna göre, Zülkarneyn bir sebep [araç] ile göğe çıkmış ve kara deliğe doğru gitmiştir. (İskender türe, Zülkarneyn kitabı) ayetin devamında "denize batarken" demek yerine "Bir göze batarken" demesi bu yorumu bir nevi destekler. Ayrıca "sebep" kelimesi, kur'an'da genellikle göğe çıkışla ilgili kullanılmıştır. Kontrol ediniz: mümin 36-37, sad 10,

2-  "batışına" diye meal ettiğimiz "mağrib" ifadesi, bir bölgenin adıdır. (Wikipedia) buna göre Zülkarneyn "Güneşin battığı yer" adı verilen bir bölgeye gitmiş olmalıdır. Batı bölgesinde bir okyanusa ulaştığı, okyanusta da öyle bir manzarayla karşılaştığı da söylenmiştir (İbni kesir, Fahreddin Razi) ki, ayetin devamında "buldu (وجد)" ifadesi de bunu destekler.

3- Şu yazıda çok daha detaylı bir açıklama mevcuttur: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2018/10/67-zulkarneyn-ve-gunesin-pinarda-batmasi-2/

²: "ayn=عين" göz organıdır. (müfredat :عين) istiare yoluyla pınara, su fışkıran kanala da tıpkı göze benzediği için "göz" denilmiştir. Kasıt edilen, kara delik gibi başka bir şey de olabilir. Çünkü insan gözüyle bakıldığı zaman karanlık bir göze benzemektedir. Kur'an burada (بحر) demiş olsaydı, dünyadaki bir pınar veya deniz olduğu konusunda itiraz etme hakkımız olamazdı.

³: Bu ifadeden, "güneş bir şeye gerçek anlamda batıyor" sonucu çıkmak zorunda değildir. Çünkü gerçek anlamda "suya batma" ifadesi için (غرق) kelimesi kullanılır. (müfredat : غرق) illaki de çıkacak olursa, ilk dipnotta bahsedilen "Güneşin kara deliğe batması" şeklinde olan yorum mümkündür. Kur'an, gelecekte olacak bir şeyi pek çok ayette geçmiş zaman formu ile anlatmıştır. Bu ayette, geleceği bu şekilde geçmiş zaman formu ile anlatmış olabilir.

⁴: Buradaki (وجد) ["buldu"] fiili, olayın Zülkarneyn'in gözünden anlatıldığını gösteriyor. Bunun yerine cümle (كنت تغرب) yani "[ulaştığı zaman,] güneş batıyordu" şeklinde olsaydı, olay insan gözüyle değil; gerçek anlamda anlatılıyor olurdu.

⁵: Bu ve 90. ayetten güneşin dünyada bir pınara battığı, Zülkarneyn'in de bu pınara yani güneşin battığı noktaya ulaştığı, buradan da kur'an'a göre dünyanın düz sanıldığı iddia edilmiştir. Ancak kelime ayrımlarına dikkat edilirse bu ayetten dünyanın düz olduğu sonucuna ulaşılamayacağını anlayabiliriz. Ayetteki "güneşin doğduğu yere" ve "güneşin battığı yere" şeklinde meal edilen "magribeş-şemsi=مغرب الشمس" ve "matliaş-şemsi=مطلع الشمس" ifadeleri ismi mekan olabildiği gibi ismi zaman ve mastar da olabilir. Çünkü arapçada ismi zaman, ismi mekan ve mastar aynı kalıptan yani "mefil=مفعل" kalıbından ifade edilir. Ayetteki de bu kalıptır. Dolayısıyla bu iki ifadeye şu üç anlam da verilebilir: 1- doğduğu zamana, battığı zamana, (ismi zaman) 2- doğduğu yere, battığı yere, (ismi mekan) 3- doğmasına, batmasına, (mastar) Genel çeviriler ismi mekan kabul ederek çeviri yapmıştır. Oysaki mastar kabul ederek de çeviri yapılabilir - ki, "aklın yolu kur'an meali"nde böyle çeviri yapıldı -. Anlam şu olur: "Sonunda güneşin batışına ulaştığı zaman, " zaten "ulaştı" manasında olan "belega=بلغ" fiili her zaman için bir şeye giderek ulaşmak manasında değildir. Bir süre sonuna ulaşmak manasında da kullanılır. Örneğin bakara suresinin 231. Ayetinde bu fiil kadınların iddet süresinin sonuna ulaşması manasında kullanılmıştır.  ayetin özellikle de "Kara bir balçığa batarken buldu" ifadesi kafa karıştırmıştır. Oysa ki kelime ayrımına dikkat edilirse ayetten güneşin gerçekten bir yere battığı sonucu çıkmamaktadır. Çünkü suya gerçek anlamda batma manasında "garake=غرق" fiili kullanılır (müfredat: غرق) Gerçek anlamda bir şeyin ortaya çıkması ve doğması manasında ise "vulide=ولد" ve "bereze=برز" fiilleri kullanılır (müfredat: ولد & برز) ayette ise günlük hayatta kullandığımız "güneş doğdu, güneş battı" manasında olan "talea=طلع" ve "grabe=غرب" fiillerinin mastarları kullanılmıştır. Tabiki bu kelimelerle bizler de güneşin gerçek anlamda doğup battığını kast etmeyiz. Arapçada da böyle. Ayette de olay Zülkarneyn'in gözünden anlatılmaktadır. Bundan dolayı "buldu" [وجد] denilmiştir. Eğer "kanet tagrubu=كنت تغرب" yazsaydı, Zülkarneyn'in gözünden değil gerçek anlamda bir anlatım olurdu, anlamı da "Zülkarneyn oraya ulaştığında güneş batıyordu." olurdu. Kur'an'ın tüm bu ifadelerini göz ardı etsek bile mantıksal olarak o dönemde yaşayan sıradan bir insan bile güneşin gerçekten bir yere batmadığını biliyordu. Çünkü o dönemde kabul gören düz dünya modelinde güneş herhangi bir yere batmaz, sadece gözden kaybolurdu.

87- [Zülkarneyn] "Zulüm eden kimseye gelince: ona yakında azap edeceğiz, sonra RAB'bine geri döndürülür, [RAB'b]  ona görülmemiş/tanınmamış bir azap olarak azap eder." dedi.

88- "İnanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş kimseye gelince: bir karşılık olarak kendisine en güzeli vardır. Bir de ona emrimizden bir kolay olanı söyleyeceğiz."

89- Sonra (yine) bir sebebe [vasıtaya/araca] uydu.

90- Sonunda güneşin karşıya çıkış (doğuş) zamanına¹ ulaştığı zaman, kendilerine ondan beride hiçbir siper² yapmadığımız bir milletine üzerine onu [güneşi] dikilirken (doğarken) buldu.

¹: "matlia=مطلع" kelimesi karşısına dikilme manasındadır. Yine "mefil=مفعل" yani ismi zaman, ismi mekan ve mastar kabul edilebilir.


Mesela (طلع علينا فلان واطلع) denilir (müfredat : طلع ) ki "falanca aniden karşımıza çıktı.." manasındadır. Kasas 38. Ayette "Belki, Musa'nın tanrısın(ın karşısına) çıkarım" manasında bu fiil kullanılır. Olay, yine Zülkarneyn'in gözünden anlatıldığı için, Güneşin doğuşu, sanki insanların karşısına aniden çıkmaya benzetilmiştir. Ayetteki (وجد) fiili, olayın Zülkarneyn'in gözünden anlatıldığını ispatlıyor. Kasıt edilen, Güneşin ışığı da olabilir. Çünkü (شمس) Güneşin ışığı için de kullanılır. (müfredat : شمس)

²: binalar veya kıyafetler manasındadır. (Zamahşeri:keşşaf) güneş ışığından koruyacak herhangi bir şeyi kasıt etmiş de olabilir.

91- İşte bunun gibi, onun tarafında bulunanları haber bakımından kuşatmıştık.

92- Sonra bir sebebe [vasıtaya/araca] uydu.

93- Sonunda iki setin (dağın) arasına ulaştığı zaman, o ikisinden [iki setten] beride, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir millet buldu.

94- [Millet] "Ey Zülkarneyn (iki nesil sahibi)! Gerçekten, yecüc ve mecüc yerde [bölgede] bozgunculardır. Artık, bizimle onların arasına bir set yapman üzerine sana bir haraç ayarlayalım mı?" dediler.

95- [Zülkarneyn] "RAB'bimin beni içine yerleştirdiği daha iyidir (hayırlıdır). Artık, bana bir kuvvetle destek olun ki sizinle onların arasına bir sağlam duvar yapayım" dedi.

96- "Bana demirin kütlelerini getirin" [dedi]. Sonunda iki yüksek yapıyı¹ eşitlediği zaman "üfleyin/körükleyin" dedi. Nihayet, onu bir ateş haline getirince, "Bana getirin, onun üzerine eritilmiş bakır dökeyim." dedi.

¹: "sadef=صدف" Yüksek yapıya da denilir. (kurtubi : ويقال للبناء المرتفع صدف)

97- Artık Onun üzerine çıkmaya güçleri yetmedi ve ona bir delik açmaya güçleri yetmedi.

98- [Zülkarneyn] "Bu, RAB'bimden bir rahmettir. RAB'bimin söz verdiği vakti geldiği zaman onu [kuvvetli engeli] paramparça yapar. RAB'bimin verdiği sözü [en başından beri] gerçekti." dedi

99- O gün, onları birbirlerinin içine dalgalanır bir halde terk ettik. Sur'un içine üflendi, ardından onları tamamen topladık.

100- Kâfirler [gerçeği örtenler] için o gün cehennemi açıkça sunduk.

101- [kâfirler] ki, onların gözleri benim hatırlatmamdan yana bir kapak [cehalet]¹ içindeydi ve işitmeye güçleri yetmezdi.

¹: "gıt'a=غطا" herhangi bir şeyin üstünü kapayan tabakaya denilir. Cehalet manasında da istiare edilir (müfredat : غطا)

102- Gerçeği örtmüş olanlar, benden beride veliler edineceklerini mi sandılar? Gerçekten biz, cehennemi kafirler [gerçeği örtenler] için bir ağırlama olarak hazırladık.

103- "Eylemler bakımından en çok kaybedenleri size haber verelim mi?" de.

104- "[Onlar] dünya [ilk] hayatında gayretleri kaybolup gitmiş olanlardır. Hâlbuki kendileri tasarlama bakımından güzellik yaptıklarını sanıyorlar."

105- İşte bunlar, RAB'lerinin ayetlerini [mucizelerini] ve onunla [Rab karşılaşma[nın hak olduğu gerçeğini] örtmüş olanlardır. Artık, onların eylemleri boşa gitti. Artık, kıyamet gününde onlara herhangi bir ağırlık kurmayacağız [değer vermeyeceğiz]¹.

¹: "Yanımızda onların hiçbir değeri yoktur" anlamındadır (zamahşeri:keşşaf, Fahreddin Razi) "terazi kurmayacağız" manasında olduğu da söylenmiştir ancak bu anlam daha uygundur.

106- İşte bu cehennem onların gerçeği örtüp göz ardı etmiş olmaları, ayetlerimi [işaretlerimi] ve elçilerimi bir maskara edinmeleri sebebiyle karşılığıdır.

107-108- Gerçekten, inanmış ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlara [gelince] bir ağırlama olarak, içinde kalıcı oldukları ve kendisinden ayrılmayı/değişmeyi aramayacakları Firdevs cennetleri onların olmuştur.

109- "RAB'bimin kelimeleri için deniz, bir mürekkep olsaydı, onun [denizin] misli de destek olarak getirseydik bile, RAB'bimin kelimelerinin tükenmesinden önce mutlaka deniz tükenirdi." de.

110- "Ben, sadece sizin örneğinizde bir beşerim. Bana, Tanrınızın sadece bir tek Tanrı olduğu vahiy ediliyor." de. Artık, kim RAB'binin kavuşmasını [RAB'biyle karşılaşmayı] ummaktaysa olabildiğince düzgün-iyi eylemde bulunsun ve RAB'bine [olan] kulluğa kimseyi ortak etmesin.

1.971 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page