1-2- "'Elif, Lam, Ra' ayetleri hükümlendirilmiş sonra Allah'tan başkasına kulluk etmemeniz için hakim/hikmetli olan, devamlı haberdar olan tarafından ayırt edilmiş [açıklanmış] bir kitaptır. Kesinlikle ben, ondan [onun tarafından] sizin için (gelen) bir uyarıcı ve bir müjdeciyim." [de]²
¹: "Elif, Lam, Ra," sözü müptedadır, "kitaptır" [كتابٌ] kelimesi haberdir. Yani "Elif, Lam, Ra.... Bir Kitaptır" manasındadır. (zamahşeri:keşşaf, beydavi, kurtubi)
²: "de" [قل] emri, okuyucu tarafından anlaşıldığı için hazf edilmiştir. Daha önceden bu tarz hazf örnekleri verilmişti. Bkz: Tevbe 35 "denilir" sözü hazf edilmiştir,
3- "Bir de "RAB'binizden bağışlanma dileyin sonra ona tevbe edin ki, isimlendirilmiş bir süre sonuna kadar sizi güzel bir geçim olarak geçindirsin ve her bir ikram sahibine kendi ikramını versin." diye [ayetleri açıklanmış bir kitaptır.]¹ Eğer, yüz çevirdiyseniz [bilin ki] kesinlikle ben, size karşı büyük bir günün azabından korkuyorum."
¹: Buradaki "en=أن" birinci (1.)ayete bağlıdır.
4- Dönüşünüz sadece Allah'ın [emrinedir]¹. O her şeye imkanı olandır.
¹: Muzaf hazf edilmiştir, muzafun ileyh onun yerine geçmiştir. Cümle (إلى أمر الله) manasındadır. Örneğin Saffat 99. ayette İbrahim'in şöyle dediği anlatılır: "kesinlikle ben, RAB'bime gidiciyim" hâlbuki bu ifade "RAB'bimin emrine gidiciyim" manasındadır.
5- Dikkat! Kesinlikle onlar, (içlerindekini)¹ ondan saklamak istedikleri için, göğüslerini dürüyorlar[içlerindekini gizliyorlar]. Dikkat! Elbiselerine bürünmek istedikleri zaman sır sakladıkları (şeyleri) ve açıkça gösterdikleri (şeyleri) [Allah] biliyor. Gerçekten o, göğüslerin özünü bir devamlı bilendir.
¹: "istihfa=استخفاء" [bir şeyi] gizlemeyi [إخفاء] istemek anlamındadır. (müfredat: خفي) bu durumda meful hazf edilmiştir.
6- Yerde [dünyada] kımıldanan [türün]den ne varsa [hepsinin] rızkı[nı belirlemek] ancak Allah'a [düşer]. Onların barınma yerini¹ ve emanet yerini [Allah] biliyor. Her biri apaçık bir kitabın içindedir.
¹:"barınma yeri" ifadesinden maksat anne rahmi, "emanet yeri" ifadesinden maksat ise babanın sülbü'dür. (lisanul Arab: وكلهم قال: فَمُسْتَقِرّ في الرحم ومستودع في صلب الأَب، روي ذلك عن ابن مسعود ومجاهد والضحاك)
7- Hanginizin eylem bakımından en güzel olduğu [konusunda]¹ sizi sınamak için, Arşı [hükümranlığı²] suyun³ üzerinde iken gökleri ve yeri [tüm evreni] altı günde [evrede⁴] yaratan, o'dur. Eğer, "kesinlikle siz ölümün ardından yönlendirilecek/yeniden diriltileceksiniz." desen, gerçeği örtmüş olanlar mutlaka "Bu ancak apaçık bir sihirdir [etkilemedir]⁵" derler.
¹: Harfi cerr veya (أن) edatı hazf edilmiştir. Cümlenin takdiri (ليبلوكم في ايكم) veya (ليبلوكم أن ايكم) şeklindedir.
²:arş, aslen "kürsü" demektir. Fakat bu kelime "yönetim, güç, saltanat, mülkiyet" manasında da kullanılmıştır. Örneğin "kralın Arşı" ile "kralın mülkü, saltanatı" kasıt edilmiştir. (müfredat : عرش, Fahreddin Razi) buradan anlıyoruz ki, Allah'ın Arşı ile kastedilen, onun mülkü, yani yönetimidir.
³: Eski metinlerde, evrenin boşluğu "su" ile temsil edilir. Örneğin yasin 40. Ayette güneş ve ay için "her biri birer yörüngede yüzer" denilmektedir. Halbuki "yüzer (سبح)" kelimesi suda yüzmek mânâsına gelir. Hatta Tevratın ilk bölümlerinde bile "gök kubbenin suyu" (yaratılış,1. Bölüm) ifadesi geçer. Yani kısacası kur'an evrenin boşluğuna "su" demektedir ve bilimle tamamen uyumludur. Çünkü evrenin %95'inin karanlık sıvı'dan oluştuğunu gösteren bir teori mevcuttur, adı ise "karanlık sıvı" (kaynaklar: https://penntoday.upenn.edu/news/physicist-theorizes-dark-matter-superfluid https://newatlas.com/dark-fluid-theory-matter-energy/57540/)
Ayetin anlattığı "su" ile bu teori uygunluk göstermektedir.
⁴: "gün" kelimesi kur'an'da "evre" manasındadır. Örneğin çoğu Ayette "yevmu-l kıyamet =يوم القيامة" yani "kıyamet günü" ifadesi geçer. Halbuki kıyamet, 24 saatlik bir günden oluşmuş değildir. Ayet "kıyamet dönemi, evresi" manasında "gün" demiştir. Haricen mearic suresinin 4. Ayetinde "Allah'ın katında bir gün bin yıl gibidir" denilmektedir. Bütün bunlar, günün "evre" manasında olduğunu ispatlıyor.
Bazıları bu görüşe katılmıyor olsa da, "6 günde yaratılış, Allah'ın katındaki zaman dilimi ile 6 gündür. 24 saatlik zaman dilimi olan 6 günlük bir yaratılış değildir." şeklinde yorum yapanlar eskiden beri vardır. (kurtubi)
⁵: bu ifade "...ancak apaçık bir sihirbazdır" manasında olarak (ساحر) şeklinde de okunmuştur. (keşşaf sahibi) sihir kelimesi etkileme anlamındadır. Örneğin "Kesinlikle beyandan [bir kısmı] sihirdir[إنّ من البيان لسحرا] " ve "Tabiat sihirbazdır [الطّبيعية ساحرة]" (müfredat: سحر) denilmiştir. Çünkü beyan yani açıklamanın bir kısmında muhatabı etkileme vardır. Tabiat ise gerçekleştirdiği şeylerle bakanları etkilemektedir. Bu anlam doğrultusunda kafirler bir nevi "Bu söylenenler sadece bizi etkilemek için uydurulmuş şeylerdir" demektedir.
8- Eğer, Sayılmış bir topluluk [zamanlarına] kadar kendilerinden azabı ertelesek, mutlaka "Onu [azabı] tutan ne?" derler. Dikkat! [azap] kendilerine geldiği gün, kendilerinden geri çevirlecek bir halde değildir. Maskara etmeye çalışmakta oldukları [azap] kendilerinin başına geldi.
9- Şayet İnsana bizden bir rahmet tattırsak, sonra kendisinden onu [rahmeti] çekip çıkarsak, kesinlikle o çok ümitsiz [olur], çok nankör¹ [olur].
¹: "küfr= كفر" aslen "örtmek" demektir. "kefur= كفور" ise daha çok "nankör" manasında kullanılır (müfredat : كفر)
10-11- kendisine temas etmiş bir sıkıntın ardından kendisine bir nimet/bolluk tattırsak, mutlaka "kötülükler benden gitti!" der. Kesinlikle O, bir şımarandır, bir böbürlenendir; ancak, sabır etmiş ve düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş olanlar hariç. işte, kendileri için bir bağışlanma ve büyük bir ödül olanlar onlardır.
12- Artık, "Ona bir servet indirilmeli veya onunla beraber bir melek gelmeli değil miydi?" demeleri nedeniyle sana vahiy edilenin bir kısmını terk edici olmanı ve göğsünün ondan [vahiy'den] dolayı daralıcı olmasını bekliyorlar¹. Sen sadece bir uyarıcısın; Allah ise her şeye vekildir.
¹: "lealle=لعل" kelimesi, beklenti bildiren bir kelimedir. Buradaki beklenti, insanlar tarafından olan bir beklentidir. Bir nevi "insanlar senin bunu [yapacağını] düşünürler." anlamındadır. (müfredat: لعل bakınız: يظنّ بك الناس ذلك)
13- Yoksa, "onu [vahyi] uydurdu" mu diyorlar? "o halde dürüst idiyseniz, onun [vahyin] benzeri uydurulmuş on sure[yüksek makam]¹ getirin ve Allah'tan beride gücünüzün yettiği kimseye dua edin." de
¹: bakara 23. ve yunus 38. Ayette "bir sure" derken, burada "on sure" demesi bir çelişki değildir. Çünkü bakara 23-24 ayetlerinde bir sure ile meydan okunduğu zaman "Asla yapamazlar" denilmektedir. Bu ayette on sure ile meydan okununca da, devam eden ayette "yanaşmazlar" denilmektedir. Bir nevi: "on sure isteyin yanaşmazlar; bir sure isteyin yapmaya güçleri yetmez" denilmektedir.
14- Eğer, size¹ karşılık vermeye yanaşmazlarsa, indirilen(vahyin) Allah'ın bilgisiyle olduğunu ve ondan [Allah'tan] başka hiçbir Tanrı olmadığını bilin. Artık siz, müslümanlar[teslim olanlar]mısınız?
¹: Öncesinde "de" diyerek elçi'yi muhatap aldığı halde bu ayette "Size" demesi, peygambere verilen emirlerin, tüm Müslümanlara yönelik olduğuna bir kanıttır.
15- Kim[ler], dünya [ilk] hayatını ve onun süsünü istemekteyse onda [dünya hayatında] eylemleri(nin karşılığı) tamamen kendilerine verilir ve kendileri onda haksızlığa/eksikliğe uğramazlar.
16- İşte onlara (evet!) onlara ahirette [son hayatta] ancak ateş vardır. Sanatları¹ onda [dünya hayatında] boşa gitmiştir; bulunmakta oldukları eylemleri de yalandır.
¹: "san'a=صنع" yani "sanat", onların işlemiş oldukları sevapları manasındadır.
17- [Onlar] RAB'binden bir açık kanıt üzerinde olan, ondan [RAB'binden] bir Şahidin kendisini takip ettiği¹ ve ondan önce de bir imam ve bir rahmet olan Musa'nın kitabının da takip ettiği kimse [gibi olur mu?]². İşte bunlar ona (kur'an'a/RAB'be) inanıyor. Partilerden kim onu[n hak olduğu] gerçeğini örtüp göz ardı ederse onun kendisine söz verilen sadece ateştir. Ondan yana, hiçbir şüphe içinde olma! Kesinlikle o, RAB'binden Haktır; fakat insanların çoğu inanmıyor.
¹: Ayetteki (يتلوه) fiili, hem okumak, hem de takip etmek mânâsına gelir (müfredat : تلو) "o kimseyi takip eden" manasında olduğu gibi, "onu [açık kanıtı/kur'an'ı] okuyan" manasında da olabilir (zad'ul mesir)
²: bu ayet önceki ayete atıf olup, cevabı hazf edilmiştir (Fahreddin Razi, kadı beydavi)
18- Allah'ın üzerinden bir yalan uyduran kimse[ler]den daha zalim kimdir? İşte onlar RAB'lerine karşı sunulurlar ve şahitler "RAB'lerinin üzerinden yalan söyleyenler işte bunlardır." derler. Dikkat! Allah'ın laneti [rahmetinden engellemesi], zalimlerin üzerinedir.
19- [zalimler] ki, Allah'ın yolundan engelliyorlar. Onlar, ahirete [son hayata] karşı kafirlerin [gerçeği örtenlerin] ta kendisi olarak, onun [Allah'ın] yolunda bir eğrilik [hata] arıyorlar.
20- İşte bunlar, yerde [dünyada] hiç aciz bırakıcılar olmazlar. Onların, Allah'tan beride hiçbir velileri de olmamıştır. Azap kendileri için katlanır [kat kat artar]. Onlar, işitmeye güç yetirenler değildi ve görmekte de değildi.
21- İşte, kendi nefislerini kayba uğratmış olanlar bunlardır. Uydurmakta oldukları kendilerinden kaybolmuştur.
22- Onların, ahirette [son hayatta] kaybedenlerin ta kendileri olduğunda kuşku yoktur!
23- Gerçekten, İnanmış, düzgün-iyi eylemlerde bulunmuş ve RAB'lerine alçak gönüllü davranmış olanlar (evet!) İşte, cennetin dostları onlardır. Onlar onun [cennetin] içinde kalıcıdır.
24- (o) iki grubun örneği, kör ve sağır; devamlı gören ve devamlı işiten gibidir. Örnek olarak İkisi eşit midir? Artık Öğüt almıyor musunuz?
25-26- Elbetteki Nuh'u kendi milletine göndermiştik. "kesinlikle ben, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin diye sizin için (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım. Kesinlikle ben, size karşı can yakıcı bir günün azabından korkuyorum" [demişti]¹.
¹: burada (قال) yani "dedi" sözü hazf edilmiştir [atılmıştır].
27- Milletinden olup gerçeği örtmüş o seçkinler "Seni bizim gibi bir beşerden başkası olarak görmüyoruz. Ayrıca sana ancak görüşü olgun olmayan¹ rezillerin uyduğunu Bize karşı hiçbir fazlalığınız/üstünlüğünüz olmadığını görüyoruz. Hayır, yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz." dediler.
¹: (müfredat: بدأ)
28-29- [Nuh] "Ey milletim! Bana haber verin, Eğer ben RAB'bimden bir açık kanıt üzerindeysem ve bana katından bir rahmet vermiş de o [rahmet/açık kanıt] size görünmez olduysa? Siz ona [o rahmete] isteksiz iken, sizi ona mecbur mu ederiz?" dedi. "Ey milletim! Ben, ona (vahye) karşı sizden bir mal istemiyorum, ücretim[i vermek] ancak Allah'a [düşer], inanmış olanları kovucu değilim. Kesinlikle onlar, RAB'leri ile karşılaşıcıdır. Fakat ben, sizi cahillik eden bir millet olarak görüyorum"
30-31- "Ey milletim! Eğer, onları [inançlıları] kovarsam, Allah'tan (gelecek olana) karşı bana kim yardım eder? Artık öğüt almıyor musunuz? Ben ''Allah'ın hazineleri yanımdadır'' demiyorum, ben, gaybı [gizliliği] bilmiyorum, ''kesinlikle ben bir meleğim'' demiyorum, gözlerinizin aşağılık gördüğü [kişiler] için, "Allah, onlara asla bir hayır vermeyecek" demiyorum. -Allah, onların nefislerinde bulunanları, en iyi şekilde bildi- [aksi takdirde] kesinlikle ben o zaman zalimlerdenim [demektir]" [dedi].
32- [Nuh'un milleti] "Ey Nuh! Bizimle tartıştın, ardından tartışmamızı çok uzattın. Artık, dürüst kişilerdensen bize söz verdiğini (azabı) bize getir." dediler.
33-34- [Nuh] "Siz, aciz bırakıcılar değilken, onu (azabı) -tercih ederse- sadece Allah getirir. Allah sizi mahvetmeyi istemekteyse ben size nasihat etmeyi istesem (bile) nasihatim size fayda vermez. O, sizin RAB'binizdir ve sadece onun [emrine] döneceksiniz" dedi.
35- Yoksa "onu (Nuh kısasını) kendisi uydurdu" mu diyorlar? "Eğer onu uydurduysam, [bilin ki] ben sizin suçlarınızdan beri iken suçum sadece benim üzerimedir." de.
36-37- Nuh'a "Gerçek şu ki, milletinden hiç kimse asla inanmayacak, ancak [şu an'a kadar]¹ inanmış kimseler hariç. Artık, onların yapmakta olduklarından dolayı kederlenme. Gözetimimizle [korumamız altında]² ve vahyimizle, gemiyi tasarla. Zulmetmiş olanlar hakkında benimle muhatap olma. Kesinlikle onlar, boğulmuştur." diye vahiy edildi.
¹: "kad=قد" edatı, "mişli geçmiş zamanı" ifade eder. Bundan dolayı böyle çeviri yapıldı.
²: "ayn=عين" bilinen göz organıdır. (ب) harfi cerr'i ile bu manada kullanılır. Mesela (فلان بعيني) yani "falanca, benimle gözümledir" denir, ki manası "onu koruyorum ve gözlüyorum" demektir. (müfredat : عين bakınız: وفلان بِعَيْنِي، أي: أحفظه وأراعيه)
38-39- [Nuh] gemiyi yaparken milletinden seçkinler her ne zaman ona uğradılarsa onu maskara yaptılar. [Nuh] "Eğer bizi maskara yapıyorsanız, [bilin ki] bizi maskara ettiğiniz gibi, kesinlikle biz de sizi maskara edeceğiz. Yakında rezil eden bir azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin üzerine konacğını bileceksiniz!" dedi.
40- Sonunda emrimiz gelince ve Tennur¹ şiddetlice kaynayınca "Çift olan her iki sınıftan² [bir kısmını], aileni -kendisine karşı (o) söz öne geçmiş olan kimse hariç- inanmış kimseleri onun [geminin] içine taşı." dedik. Onunla birlikte ancak pek az [kişi] inandı.
¹: "Tennur= التنور" kelimesi, Süryanicede (ܬܢܘܪܐ) ve İbranicede (רוּר) "fırın" manasındadır (wictionary) üç dilde de ortak olarak "fırın" manasındadır. Ancak bu kelime ile fırının kasıt edilmediğini söyleyenlerin pek çok yorumu olmuştur. Örneğin, kamer 11-12. Ayet delil alınarak "yeryüzünün suyu" manasında olduğu söylenmiştir. (zad'ul mesir ve Fahreddin Razi ilgili ayet tefsirinde hepsi mevcuttur)
²: "Min kulli zevceyni=من كل زوجين" şeklinde izafe edilerek de okunmuştur. (beydavi, Fahreddin Razi) ayette "çift olan her iki sınıftan" ifadesinde herhangi bir sınırlama yoktur. Bu çift sınıflara bitkiler de girebilir. Ancak başındaki "-den, - dan" manasını veren "min=من" harfi cerr'i tebiz [kısımlama] amaçlı kullanılmıştır. Yani "çift olan her iki sınıftan bir kısmını gemiye yükle" anlamındadır. Bu kısma da insanlar ve gemide taşınmaya müsait hayvanlar girebilir. Hepsi girmek zorunda değildir.
41- [Nuh] "Onun içine binin. Onun[geminin] akıp gitmesi ve demir atması¹ [durması], Allah'ın ismiyledir. Kesinlikle RAB'bim gerçekten de çok bağışlayandır, bir rahimdir." dedi.
¹: buradaki (مجراها و مرساها) kelimeleri "mastar, ismi mekan, ismi zaman" manasında (م) harfinin üstünlü olmasıyla da okunmuştur. (zamahşeri:keşşaf) Buna göre ilgili ifadeler "onun [geminin] akıp gitme zamanı ve demir atma zamanı..." veya "onun [geminin] akıp gitme yeri ve demir atma yeri..." şeklinde de çeviri yapılabilir.
42- O sırada, o [gemi] dağlar gibi bir dalganın içinde onlarla akıp gidiyordu. Nuh, oğluna seslendi. [Oğlu, Nuh'tan] bir uzaklaşma içindeydi. "Ey oğlum! Bizimle birlikte bin ve kâfirlerle [gerçeği örtenlerle] birlikte olma!"
43- [Oğlu] "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi. [Nuh] "Bugün, Allah'ın emrinden koruyan¹ hiçbir [şey] yoktur. Ancak, rahmet eden kimse (Allah'ın kendisi) hariç[o koruyabilir]" dedi. Dalga, o ikisinin arasına girdi, ardından (oğlu) boğulanlardan oldu.
¹: "koruyan" manası verilen (عاصم) kelimesi, faildir[öznedir]. Ancak, failin[öznenin] meful [nesne] manasında olması da mümkündür, Tarık 6. Ayetteki gibi (kurtubi) Buna göre "Bugün, Allah'ın emrinden korunacak yoktur." manasındadır
44- "Ey yer [dünya]! Suyunu yut! Ey gök! Sen de (suyunu) tut!" denildi. Su çekildi, iş/emir tamamlandı,¹ [gemi] Cudi'nin üzerine yerleşti ve zalimler milleti için "uzak [yok] olsunlar!" denildi.
¹: Nuh tufanına dair arkeolojik bir kanıtın henüz bulunmaması sebebiyle yalan olduğunu iddia edenler vardır. Fakat bu mantıksız bir iddiadır. Tarihte varlığı anlatıldığı halde, varlığına dair arkeolojik bir kanıt olmayan pek çok şey vardır.
Örneğin Nuh tufanı farklı isimlerle gılgamış destanında geçer. Ki bu destanı anlatan tabletlere bile tamamen ulaşamıyor iken, çok daha önceden olmuş bir olayın kalıntısı nasıl bulunabilir? Bu konuyla ilgili olacak tek kanıt, ilgili metinlerde geçen tarihi bilgilerdir. Birçok kaynakta, aynı olayın farklı isimler ve farklı olaylar ile anlatıldığı görülür. (bkz: gılgamış destanı, manu olayı)
45- Nuh, RAB'bine seslendi, ardından "RAB'bim! Gerçekten, oğlum benim ailemdendir, gerçekten verdiğin sözün haktır ve sen hakimlerin hakimisin." dedi.
46- [RAB'bi] "Ey Nuh! O [oğlun] kesinlikle senin ailenden değildir. Kesinlikle o, düzgün-iyi olmayan eylemde bulundu¹. Artık, kendisinde sana herhangi bir bilgi olmayan (şeyi) benden isteme. Kesinlikle ben, cahillerden olmaman² için sana öğüt veriyorum" dedi.
¹: Bir başka kıraat'te (عمِلَ) şeklinde okunmuştur (kurtubi) bu tercih edildi.
²: "en-le tekune=ألا تكون" takdirindedir.
47- [Nuh] "RAB'bim! Gerçekten ben, hakkında bana ait herhangi bir bilgi bulunmayanı senden istemekten sana sığınırım. Eğer, beni bağışlamaz ve bana rahmet etmezsen kaybedenlerden olurum" dedi.
48- "Ey Nuh! Bizden bir esenlikle, sana ve seninle birlikteki olan kimselerden olan topluluklara bereketlerle in. Bir takım topluluklar vardır ki kendilerini geçindireceğiz sonra can yakıcı bir azap bizden kendilerine dokunacaktır." denildi.
49- İşte bunlar, sana vahiy ettiğimiz gayb'ın [gizliliğin] haberlerindendir. Bundan [kur'an'dan] önce sen ve milletin onu [o haberleri] bilmiyordunuz. O halde sabret, gerçekten sonuç, korunup sakınanlar içindir.
50-51- Ad [milletine] kardeşleri Hud'u [gönderdik]¹ "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı bulunmayan Allah'a kulluk edin. Siz ancak uydurukçusunuz. Ey milletim! Ben ona (vahye) karşı sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim[i vermek] ancak beni başlatmış [yaratmış] olana [düşer]. Artık akıl etmiyor musunuz?" dedi.
¹: 25. Ayetteki "gönderdik" fiiline bağlıdır.
52- "Ey milletim! RAB'binizden bağışlanma dileyin sonra ona tevbe edin ki üzerinize gökten akın akın (yağmur) göndersin ve kuvvetinize bir kuvvet olarak sizi artırsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin."
53-55- Onlar "Ey Hud! Senin sözünden [dolayı] biz Tanrılarımızı terk ediciler değilken, bize bir açık kanıt getirmedin. Biz, sana inançlı değiliz. Biz ancak ''bazı Tanrılarımız seni bir kötülük sebebiyle çarpmış!'' diyoruz." dediler. [Hud] "gerçekten ben Allah'ı şahit ediyorum. sizin ondan [Allah'tan] aşağıda olup [ona] ortak yaptıklarınızdan beri olduğuma siz de şahit olun, ardından bana topluca tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın." dedi.
56-57- "Gerçekten ben RAB'bim ve RAB'biniz olan Allah'a güvenip dayandım (tevekkül ettim). Kımıldanan[türün]den ne varsa ancak o [RAB'bim] onun alnından¹ bir tutucudur. Gerçekten RAB'bim dosdoğru bir yol üzerindedir. Artık yüz çevirdiyseniz [bilin ki] kendisiyle size gönderildiğim (vahyi) size duyurmuştum. RAB'bim sizin hariciniz bir milleti (sizin yerinize) geçirmek ister. Siz ona hiçbir açıdan zarar veremezsiniz. Kesinlikle RAB'bim her şeyi devamlı kayıt edendir." [dedi].
¹: buradaki (ناصي) alın, saçın ön kısmı, manasındadır (müfredat :نصا) istekle yapılan hareketleri yönlendiren bölge tam da beynin bu kısımdır. (Essentials of Anatomy and Physiology, sinirbilim. org/beyin-loblari-kac-tanedir/ [frontal lob])
58- Emrimiz gelince, Hud ve onunla birlikte inanmış olanları bizden bir rahmetle kurtardık. Onları çok katı bir azaptan kurtardık.
59-60- İşte bu Ad[milleti]'dir. RAB'lerinin ayetlerini [mucizelerini] bile bile reddettiler, elçilerin'e isyan ettiler, her bir inatçı zorbanın emrine uydular. Bu dünyada kendilerine bir lanet [rahmetten kovulma] bağlandı ve kıymet gününde de öyle. Dikkat! Kesinlikle Ad[halkı] RAB'lerini göz ardı ettiler. Dikkat! Uzaklık [yok oluş] Hud'un milleti Ad [milleti] içindir.
61- Semud [milletine] kardeşleri Salih'i [gönderdik]. "Ey halkım! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı bulunmayan Allah'a kulluk edin. O, sizi yerden¹ inşaa etti ve size onda [yerde] ömür vermeyi istedi. Artık ondan bağışlanma dileyin sonra ona tevbe edin. Gerçekten RAB'bim, çok yakındır, cevap verendir." dedi.
¹: Canlılığın nasıl başladığı henüz bilinmiyor olsa da ilk canlının yeryüzünden bulunan elementlerden oluştuğu malumdur." Sizi yerden inşaa etti "ifadesinde de bu olaya dikkat çekilmiş olabilir.
Bu Ayette "yer" ile kasıt edilenin belegat açısından "toprak" olması da mümkündür. Bu konuyla ilgili şu açıklama yapılabilir;
İnsan, bir kadının ve bir erkeğin bir araya gelmesi sonucu oluşur. Bu esnada her iki taraftan gelenler de vücutta üretilir. Vücut bunları aldığı gıdalar sayesinde üretir. Bu gıdalar da ya hayvansal, ya da bitkisel kaynaklıdır. Hayvansal gıdalar da dolaylı olarak yine bitkilerden besin alır. Bitkiler de Besni topraktan ve sudan aldığı için onların da kaynağı yine topraktır. Yediğimiz her şeyin kaynağı toprak ve su olduğu için, hepimiz çamurdan yaratılmış oluyoruz. (Fahreddin Razi)
62-63- Onlar "Ey Salih! Sen bundan önce, içimizde ümitlenilen [bir kimse] idin. Bizi, atalarımızın kulluk etmekte olduklarına kulluk etmemizden mi engelliyorsun? Kesinlikle biz, bizi kendisine davet ettiğin şüpheliden yana bir şek [kararsızlık, şüphe] içindeyiz." dedi. [Salih]" Ey milletim! Bana haber verin, Eğer ben RAB'bimden bir açık kanıt üzerindeysem ve bana katından bir rahmet vermişse? Artık kendisinde isyan edersem Allah'tan (gelecek olana karşı) bana kim yardım eder? Siz beni ancak kaybetme bakımından artırırsınız." dedi.
64- "Ey milletim! Bu, sizin için bir ayet [mucize] olarak, Allah'ın bir dişi devesidir. Onu bırakın da Allah'ın yerinden [toprağından] yesin. Ona herhangi bir kötülük temas ettirmeyin. Aksi halde çok yakın bir azap sizi yakalar."
65- Derken [halkı] onu [deveyi] kurban etti. [Salih] "yurdunuzda üç gün geçinin. İşte bu, yalanlanlanamaz bir vaad'dir[verilen sözdür]." dedi.
66- Ardından emrimiz gelince, Salih ve onunla birlikte inanmış olanları bizden bir rahmetle kurtardık ve o günün rezilliğinden de [kurtardık]¹. Gerçekten RAB'bin güçlü olanın, devamlı üstün olanın ta kendisidir.
¹: bu Ayette (و) harfinin -pek sağlıklı bulunmakla birlikte- ziyade olduğu söylenmiştir. (kurtubi) Buna göre "...Salih ve onunla birlikte inanmış olanları bizden bir rahmetle, o günün rezilliğinden kurtardık" olur. Ancak (عزاب) kelimesinin hazf edilmiş [atılmış] olduğunu söylemek daha doğrudur (Fahreddin Razi) bu durumda çevirisi şu şekilde olur: "..Salih ve onunla birlikte inanmış olanları azaptan kurtardık ve o günün rezilliğinden de [kurtardık]."
67- zulmetmiş olanları (o) çığlık yakaladı, ardından yurtlarında çökmüş bir halde sabahladılar.
68- Sanki, orada [yurtlarında] hiç yaşamamış/zenginlik sürmemiş gibiydiler. Dikkat! Semud [milleti] RAB'lerini göz ardı ettiler. Dikkat! Gerçekten uzaklık Semud [millet] içindir.
69- Elbetteki elçilerimiz müjdeyle İbrahim'e gelmişlerdi. [Elçilerimiz] "Esenlikler!" dediler. [İbrahim] "Esenlik [sizin üzerinize olsun]¹" dedi. Hemen kızarmış bir buzağı getirmekte² çok zaman geçirmedi.
¹: Çeviriye pek yansımıyor olsa da elçiler "selamEn=سلاما" şeklinde esenlik dilediği halde İbrahim "selamUn=سلامٌ" şeklinde esenlik dilemiştir. İbrahim'in dilediği esenlik onlarınkinden daha güzeldir. Bu durum bir nevi Nisa 86. ayetle bağlantılıdır. (müfredat: سلم)
²: kur'an, bu olayları bize hikaye maksadıyla anlatmaz. Bu ayet, İbrahim'in misafirperverliğini örnek almamız için vardır.
70- Ardından [İbrahim] onların ellerinin ona [kızarmış buzağıya] ulaşamadığını görünce onları tanımadı ve onlardan dolayı bir korku içine doğdu. [Elçilerimiz] "korkma, gerçekten biz, Lut'un milletine gönderildik" dediler.
71-72- [İbrahim'in] hanımı o anda ayaktaydı, ardından güldü¹. Hemen onu[hanımını] İshak'la ve İshak'ın arkasında Yakup'la müjdeledik. [Hanımı] "Vay halime! Ben, aciz [yaşlı kadın] iken ve bu kocam bir yaşlı iken mi doğuracağım? Gerçekten de bu çok tuhaf bir şeydir." dedi
¹: buradaki (ضحكت) fiilinin "[kadın] hayız gördü" manasında olduğu da söylenmiştir (keşşaf sahibi, kadı beydavi, kurtubi,)
73- [Elçilerimiz] "Allah'ın emrinden/işinden yana mı şaşırıyorsun? Ey ev ailesi! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizedir. Gerçekten o, övgüye layık olandır, iyiliği çok olandır." dediler.
74- İbrahim'den (o) derin korku gittiği ve müjde kendisine geldiği zaman, Lut'un halkı hakkında bizimle tartışıyordu.
75- Gerçekten İbrahim, çok acıyandı, halimdi, [Allah'a] yönelmişti.
76- Ey İbrahim! Bundan[bu tartışmadan] vazgeç. Gerçek o ki, RAB'binin emri gelmiştir. Gerçekten onlara, geri döndürülmez bir azap gelmiştir.
77- Elçilerimiz Lut'a gelince, [Lut] onlar sebebiyle üzüldü, onlar sebebiyle çaresizliğe kapıldı¹ ve "Bu, sinirli/çetin bir gündür" dedi.
¹: "sıkıntıya düştü, çaresizliğe kapıldı, gücü yetmedi" manasında bir ifadedir. (müfredat : ذرع, zad'ul mesir)
78- Milleti ina [Lut'a] tehlikeli bir şekilde geldi. Önceden de (o) çirkin eylemlerde bulunuyorlardı. [Lut] "Ey milletim! İşte bunlar [toplumun tüm kadınları]¹ benim kızlarımdır. Onlar sizin için temizdir. Artık Allah'tan sakının ve beni misafirim içinde rezil etmeyin. Sizden, aklen olgun bir adam yok mu?" dedi.
¹: "her peygamber, kendi toplumunun babasıdır" denilmiştir. (kurtubi, kadı beydavi, zad'ul mesir, Fahreddin Razi, taberi) bunu diyenlerin bazıları, ahzab 6. Ayette peygamberin eşlerinin, inançlıların annesi olduğunun belirtilmesini delil getirmiştir. Gayette isabetlidir.
Elimizdeki bilgilere göre, Lut'un iki kızı vardır (Tevrat | yaratılış kitabı 19:15) ayette ise kızlara yönelik zamir çoğul olarak (هن) şeklindedir. Arapçada çoğul, en az üç olduğuna göre, bu Ayette anlatılan kızlar Lut'un öz kızları değil, denildiği gibi toplumun kadınlarıdır.
79- [Milleti] "Elbetteki [şunu] bilmiştin ki senin kızlarında bize herhangi bir hak yoktur ve gerçekten sen, ne istediğimizi çok iyi biliyorsun." dediler.
80- [Lut] "Size karşı, bana ait bir kuvvet olsaydı veya güçlü bir dayanağa¹ sığınabilseydim..." dedi.
¹: konuyla ilgili, peygambere isnat edilen bir sözde şöyle denir;
"رحم اللّه أخي لوطا لقد كان يأوي إلى ركن شديد...".
Allah, kardeşim Lut'a rahmet etsin. Elbetteki kendisi güçlü bir dayanağa sığınmakta idi..." (Duru-l mensur)
Dikkat edilirse, peygamber "kardeşim (أخي)" diye bahsetmektedir. Bu da "kardeş" kelimesinin, sadece "aynı atadan olma kardeş" manasıyla sınırlı olmadığının delilidir.
81- [Elçilerimiz] "Ey Lut! Kesinlikle biz, RAB'binin elçileriyiz, [milletin] sana asla ulaşamayacak. Artık, gecenin bir bölümünde aileni gece yürüyüşüne çıkar ve hanımın hariç sizden kimse geriye bakmasın¹. Gerçek o ki, onlara [milletine] isabet eden, ona [hanımına] da isabet edicidir. Gerçekten, onlara verilen söz zamanı sabahtır. Sabah, çok yakın değil midir?" dedi.
¹: buradaki istisna, mevcut kıraat'e göre "Ailenle yürü" sözünden istisna olabildiği gibi, "kimseye geriye bakmasın" sözünden de istisna olabilir. Bir başka kıraat'te (امراتك) kelimesinde (ت)harfi ötrelidir. (kurtubi, kadı beydavi, zamahşeri:keşşaf, Fahreddin Razi) "kimse geriye bakmasın" sözünden olan istisna tercih edildi. Tevrata göre, Lut'un hanımı da kendisiyle birlikte yola çıkmıştır, ancak geriye dönüp bakınca tuza kesilmiştir. (Tevrat | yaratılış, 19:26)
82-83- Emrimiz gelince, onun üstünü altına çevirdik, üzerlerine birbiri ardı gelen Siccilden[taş ve toprak karışımından] RAB'binin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Bunlar [bu taşlar], zalimlerden hiç de uzakta değildir.
84- Medyen [milletine] kardeşleri Şuayb'ı [gönderdik]. "Ey milletim! Sizin için kendisinden başka hiçbir Tanrı bulunmayan Allah'a kulluk edin. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Gerçekten ben, sizi bir hayırda görüyorum ve size karşı kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum." dedi.
85-86- "Ey milletim! Hakkaniyetle ölçüyü ve tartıyı tam yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin. Yerde [dünyada] bozguncular olarak kargaşa çıkarmayın. Eğer, inançlı idiyseniz Allah'ın bakiyesi sizin için daha iyidir (hayırlıdır). Ben sizin üzerinize devamlı bir kayıtçı değilim."
87- Onlar "Ey Şuayb! Atalarımızın kulluk etmekte olduklarına kulluğu terk etmemizi veya mallarımızda istediğimizi yapmayı terk etmemizi sana yönelişin¹ mi emir ediyor? Gerçekten sen, halimsin(!), aklen olgun birisin (!)²" dediler.
¹: buradaki (صلاتك) kelimesi namazın çoğulu olarak (صلواتك) şeklinde de okunmuştur. Bunun namaz, din veya dua manasında olduğu da söylenmiştir. (zad'ul mesir)
²: bu sözleri alay yollu bir sözdür. Tıpkı Araf 75. Ayette olduğu gibi.
88-90- [Şuayb] "Ey milletim! Bana haber verin, ben RAB'bimdem bir açık kanıt üzerindeysem ve beni kendisinden güzel bir rızık olarak rızıklandırdıysa? Ben, sizi kendisinden engellediklerime karşı size aykırı hareket etmek istemiyorum. Ben, ancak gücümün yettiği kadar ıslah etmek [düzeltmek, iyileştirmek] istiyorum. Benim muvaffakiyetim ancak Allah sayesindedir. Ben sadece ona güvenip dayandım (tevekkül ettim) ve ben sadece ona yönelirim." dedi. "Ey milletim! Cepheleşmem (size aykırılığım) Nuh'un milletine ya da Hud'un milletine ya da Sâlih'in milletine isabet edenin benzerinin size isabet etmesine neden olmasın. Lut'un halkı sizden uzakta değildir. RAB'binizden bağışlanma dileyin sonra ona tevbe edin [pişman olarak dönüş yapın]. Gerçekten RAB'bim bir Rahimdir, çok sevendir."
91- Onlar "Ey Şuayb! Söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz. Gerçekten biz, seni içimizde çok güçsüz olarak görüyoruz. Eğer, üç-beş kişilik o çevren olmasaydı, senin bize karşı hiçbir üstünlüğün yokken mutlaka seni recm ederdik[taşlardık]." dedi.
92-93- [Şuayb] "Ey milletim! üç-beş kişilik o çevrem size karşı Allah'tan daha mı üstündür? [Allah'ı] gerinizde önemsiz saydınız. Gerçekten RAB'biniz eylemlerinizi kuşatandır." dedi. "Ey milletim! Konumunuz üzerine- imkanınız kadarıyla eylemde bulunun. Kesinlikle ben de eylemde bulunucuyum. Artık rezil eden bir azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Artık gözetleyin. Kesinlikle ben, sizinle birlikte bir gözetleyenim."
94- Emrimiz gelince Şuayb'ı ve onunla birlikte inanmış olanları bizden bir rahmetle kurtardık ve o zulmetmiş olanları o bir tek çığlık yakaladı, ardından yurtlarında çökmüş bir halde sabahladılar.
95- Sanki orada [yurtlarında] hiç yaşamamış /zenginlik sürmemiş gibiydiler. Dikkat! Semud [milletinin] uzak olması gibi, uzaklık [yıkım] Medyen [milleti] içindir.
96-97- Elbetteki, Musa'yı ayetlerimiz [kanıtlarımız] ve apaçık bir yetki-delil ile Firavun'a ve seçkinlerine göndermiştik. Ardından Firavunun emrine uydular. Halbuki Firavunun emri, olgunlukta[doğrulukta] değildi.
98- Kıyamet gününde [Firavun] halkının önüne geçer. ardından onları ateşe vardırır¹. (o) varış ne kötü varış yeridir!
¹: olayın kesinlikle olacağını vurgulamak maksadıyla geçmiş zaman kipi ile "vardırdı" diye anlatılmıştır. Ancak çeviride doğru anlaşılması için "vardırır" şeklinde yazıldı.
99- Bunda [bu hayatta¹] ve kıyamet gününde bir lanet [rahmetten kovulma] kendilerine bağlandı. Yapılan bağış ne kötü bağıştır!
¹: buradaki (هذه) zamiri, dişi bir isme işaret eder. Ayet (في هذه الحياة) manasındadır. Buna göre (الحياة) kelimesi hazf edilmiştir [atılmıştır].
100- İşte bunlar, sana anlattığımız (o) kentlerin haberlerindendir. Onlardan [bazıları] ayaktadır ve [bazıları] hasat edilmiştir [izi kalmamıştır].
101- Onlara zulmetmedik; fakat onlar kendi benliklerine zulmettiler. RAB'binin emri gelince Allah'tan beride dua ettikleri Tanrıları hiçbir açıdan kendilerine yeterli gelmedi. Onlardaki sürekli helakten başkasını artırmadılar.
102- İşte [halkı] zalim iken kentleri yakaladığı zaman RAB'binin yakalaması bunun gibidir. Gerçekten onun yakalaması, can yakıcıdır, şiddetlidir.
103- Gerçekten bunda(anlatılanlarda), ahiretin [sonun] azabından korkan kimseler için mutlaka bir ayet [kanıt] vardır. İşte bu, insanların kendisi için toplanmış (olduğu) bir gündür. İşte bu, şahitlenmiş bir gündür.
104- Onu [o günü] ancak sayılmış bir süre sonuna erteliyoruz.
105- Onun geldiği gün, onun [Allah'ın] izin verdiği hariç, hiçbir can konuşamaz. Artık onlardan [bazıları] mutsuzdur;[bazıları ise] mutludur.
106- Mutsuz olanlara [gelince] onlar ateştedir, onlara orada [ateşte] bir inleme ve zor, fena bir soluklanma vardır.
107- Gökler ve yer [tüm evren] devam ettiği sürece, orada [ateşte] kalıcıdırlar. Ancak RAB'binin tercih etmesi hariç. Gerçekten RAB'bin istediğini çokça yapandır.
108- Mutlu edilmiş olanlara [gelince] RAB'binin tercih etmesi durumu müstesna, onlar; gökler ve yer [tüm evren] devam ettiği sürece, azalmayan bir lütuf olarak içinde kalıcı oldukları cennettedir.
109- Bunların kulluk etmekte oldukları [şeyler] hakkında hiçbir endişe içinde olma. Onlar ancak önceden atalarının kulluk ettikleri gibi kulluk ediyorlar. Gerçekten biz, nasiplerini kendilerine eksiltmeksizin tamamen vericiyiz.
110- Elbetteki Musa'ya kitabı vermiştik. Ardından o[kitap] hakkında ayrılığa düşüldü. Şayet, RAB'binden olan öne geçmiş bir kelime olmasaydı, aralarında mutlaka karar verilirdi. Kesinlikle onlar, ondan yana şüpheye düşürücü bir şek [kararsızlık,] içindedir.
111- Gerçekten, [o ayrılığa düşenlerin]¹ hepsinin eylemlerini(n karşılığını) RAB'bin kendilerine mutlaka ama mutlaka² tamamen veriyor. Gerçekten o, onların eylemlerinden devamlı haberdardır.
¹: muzafun ileyh hazf edilmiş, muzaf bundan bedel olarak tenvin almıştır. (Zamahşeri:keşşaf)
Buna göre cümle (كلهم) manasındadır. (هم) zamiri, önceki ayette anlatılan "ayrılığa düşmüş" kimselere işaret etmektedir.
²: buradaki (لما) kelimesi, bilinen (لما) değildir. (ل) yemine hazırlık , (ما) ise fazladır. Haricen iki farklı kıraat da, buradaki (لما) kelimesinin malum (لما) olmadığının delilidir.(zamahşeri:keşşaf)
112- Artık seninle birlikte tevbe eden kimselerle emir olunduğun gibi dosdoğru olmaya gayret et¹ ve taşkınlık yapmayın. Gerçekten o, bulunduğunuz eylemlerinizi devamlı görendir.
¹: İstifal babı, bir şeyi istemek anlamında kullanılır. Çünkü kimse eksiksiz değildir, kimse dosdoğru olmayı başaramaz. Ancak olmaya gayret edebilir.
113- Zulmetmiş olanlara dayanmayın-boyun eğmeyin¹, aksi halde size ateş temas eder ve sizin Allah'tan aşağıda hiçbir veli bulunmaz sonra da yardım olunmazsınız.
¹: buradaki (ركن) kelimesi için "dayanmak, güvenmek, güç, [onların yaptığı yanlış şeylere] onay verip sessiz kalmak, onları sevmek," şeklinde birbirine yakın manalar verilmiştir. (müfredat: ركن, kurtubi, zad'ul mesir)
114- Gündüzün iki tarafında ve gecenin aşamalarında¹ yönelişi (namazı) ayakta tut (gereğince uygula). Gerçekten iyilikler, kötülükleri gideriyor. İşte bu, hatırayanlar için gerçekten bir hatırlatmadır.
¹: Bu ayet namazın 5 vakit olduğunun delil olabilir. Gündüzün iki tarafı ile öğle ve ikindi; gecenin aşamaları ile akşam, yatsı ve sabah namazı kasıt edilmiştir. Çünkü ayette (زاف) kelimesi (زلفة) kelimesinin çoğuludur(sihah fi-l lugat, ayrıca bakınız: العباب الزاخر) çoğul en az üç olduğuna göre, gecenin içinde en az üç vakit namaz vardır. Gece, güneşin batmasıyla başlayan süredir. (lisanu-l arab:ليل)
115- Sabret. Kesinlikle Allah, güzellik [iyilik] edenlerin ödüllerini yok etmez.
116- Sizden önceki kentlerden de, yerde bozgunculuktan engelleyen bakiyet [sağ duyu] sahiplerinin olması gerekmez miydi? Onlardan kurtardıklarımızdan¹ ancak pek azı [bunu yaptı]. Zulmetmiş olanlar, içinde bulundukları refaha uydular ve suçlular oldular.
¹: buradaki (ممن انجينا) cümlesindeki (من) için teb'iz, yani "kısımlama" manası verildi. Yani Allah'ın kurtardığı kişilerin içlerinde bir kısmı bunu yapmıştır.
117- Halkı düzeltici-iyileştirici bir halde olan kentleri RAB'bin, zulümleri sebebiyle¹ helak edici değildi.
¹: bazen muzafun ileyh(tamlanan) hazf edilip, muzaf (tamlayan) bundan bedel olarak, harfi tarif veya tenvin alır. (İlhami haktan Arapça dil bilgisi) burada (بظلمٍ) kelimesindeki tenvin, hazf olduğunu gösteriyor. Buna göre (بظلمهم) yani "zulümleri sebebiyle" manasındadır.
Hal olarak "zulüm edici olarak helak/yok edici değildir" manası da olabilir. (zamahşeri:keşşaf)
118-119- Şayet RAB'bin [zorlamayı¹] tercih etseydi, insanları mutlaka bir tek topluluk yapardı. RAB'bin kimlere rahmet ediyorsa onlar müstesna; [diğerleri] ayrılığa düşmeye ara vermezler. Onları, bunlar [ayrılık ve rahmet²] için yarattı ve "Cehennemi, mutlaka Cinlerden ve insanlardan [bir kısmı³] ile tamamen doldururum⁴" kelimesi tamamlandı.
¹: "şae=شاء" fiili, geçişli bir fiil olduğu için bir meful [nesne] aranır (Enam 90. Ayete bakınız). Yani "Allah tercih etseydi" ifadesine "neyi tercih etseydi?" sorusunu sorarız. Buradan, meful'ün hazf edildiği [atıldığı] anlaşılır.
Kısacası ayet "velev şae rabbuke en yukrihehum =ولو شاء ربك أن يُكرههم" yani "RAB'bin onları zorlamayı tercih etseydi" takdirindedir.
²: buradaki (ذلك) işaret zamiri, rahmete ve ayrılığa işaret eder. Tek bir işaret zamirinin iki isme işaret etmesi dil açısından mümkündür (kurtubi). Kur'an'da da örneği şu ayetlerde geçer: bakara 69, yunus 58, Furkan 67.
³: buradaki (من) teb'iz, yani "kısımlama" manasındadır. Bunlar da eylemleri ile cehennemi hak edenlerdir.
⁴: bu söz, Allah'ın geçmişte meleklere verdiği bir sözdür. İnsanlar eylemleriyle, bu sözün tamamlanmasını sağladılar.
120- Elçilerin haberlerinden kendisiyle yüreğine direnç vermekte olduğumuz her bir [haberi] sana anlatıyoruz. Bunlarda [anlatılanlarda], inançlılar için Hak [gerçek], bir öğüt ve bir hatırlatma sana geldi.
121-122- İnanmayanlara "Konumunuz üzerine-gücünüz yettiğince eylemde bulunun. Gerçekten, biz de eylemde bulunanlarız. Bekleyin, gerçekten biz de bekleyenleriz." de
123- Göklerin ve yerin [tüm evrenin] gayb'ı [gizliliği] Allah'a aittir. Emrin/işin tamamı sadece ona geri döndürülür¹. O halde ona kulluk et ve ona güvenip dayan (tevekkül et). RAB'bin, eylemlerinizden asla bihaber değildir.
¹: "yercau=يرجع" şeklinde de okundu (zad'ul mesir) bu durumda çevirisi şöyle olur: "Emrin/işin tamamı ona geri döner"
Commenti